Kanal E çok güzel filmler getiriyor ekrana... Diğer kanallarda sıkça gözümüze çarpan vurdulu, kırdılı, kanlı, robotlu, uzaylı, enayi tuzağı filmlerden farklı.. İnsancıl filmler... Önceki gece saat 21:00'de gösterilen
"Yeniden Doğuş" adlı filmde, yeni emekli olmuş, ABD'nin gözden uzak ama doğa harikası bir köşesine çekilmiş yargıcın öyküsü vardı... Yeşil ağaçlar arasında sakin ırmakta balığını tutuyor. Yıllarca süren gerilimli bir hayatın sonrasında bir parça nefesleniyor. Çevrede hukuk sorunu olan bir iki kişi var. Ama yargıç son birkaç yılını olsun kendisi için yaşamakta kararlı. Sandalıyla balığa çıkarken bir sabah... Evin işlerini gören yaşlı, zenci kadın sahilden bir hatırlatma yapıyor:
     Â
- Doğanın sana verdiği güzelliklerin bedelini çevrendeki insanlara yardımcı olarak ödemelisin...      Emekli yargıç için emekliliğin tatlı günleri orada bitiyor... Yeniden sorunlu insanların arasına karışıyor. Yeryüzünde mutsuz insanlar varoldukça sorunlardan kaçış yok. Dünyanın en zengin ülkesinin en ücra köşesinde olsanız dahi... Tek başına mutluluk çok geçmeden bir suçluluk duygusuna dönüşüyor. Bilinç, bencilliğin hapsolduğu yerden kurtulmasına asla izin vermiyor.
`Kaçmak istiyorum!'
      Bir hanım gazeteci arkadaşımız dün şu
"e - mail" notunu geçti:
      ...17 Ağustos depreminin acı görüntüleri unutulmadan ceset günleri başladı. Yeraltı ceset dolmuş kimsenin haberi yok. Ekrandaki görüntüleri izlerken ceset kokuları geliyor burnuma. Boğuluyorum. Hafta sonu
"Kanada'ya göçmen olarak gitmek için neler gerektiği"ne ilişkin bir seminere gittim. Süper bir yer, insan gibi yaşamak için ideal. İşsizlik sıfır, hava temiz. Miami'de bir haftada öldürülen insan sayısında insan Kanada'da bir yılda öldürülmüyormuş. Dünyanın en yaşanabilir şehirleri bu ülkede. Ama depremden sonra başvuru çok olmuş. 8 - 24 ay arası beklemek gerekiyor. Artı 15 bin dolar para... Ne yapıp yapıp gitmeyi deneyeceğim..."
      Arkadaşımız haklı... Herhalde onun gibi düşünen çok kişi var aramızda. Var da... Yukardaki film öyküsüne bir göz atmalı ve iyi düşünmeliler yine de...
Aynı tas...
      Hürriyet gazetesinde
Ali Dağlar'ın dün yayımlanan haberini okuyoruz:
      "İstanbul 4'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'nde
Oral Çelik'in yargılanıp delil yetersizliğinden beraat ettiği davanın Emniyet ve MİT tarafından
"imha edildi" denilerek gönderilmeyen
Yalçın Özbey sorgusunun bant çözümleri, mahkemenin beraat kararının kesinleşmesinden sonra Emniyet Genel Müdürlüğünce mahkemeye gönderildi..."
      Habere göre...
Yalçın Özbey'in sorgusunu yapanlar
"Bunun basına yansıması söz konusu değil" diye söz vermişler.
      Özeti: Aynı tas aynı hamam... Şark cephesinde değişen birşey yok...
Başlangıç
      Borsa'nın cazibesine kapılıp üç beş kuruşunu hisse senedine yatıran ve aldığı kağıtlar paraşütsüz düşen bir meslektaşımız dert yanıyor...
     Â
- Aynı şey benim başıma geçmişte de geldi ama akıllanmadım...      Bir dostumuz lafa giriyor:
     Â
- Bu akılla değil hafızayla ilgili birşey.      - Neden?
     Â
- Çünkü hatalar bir önceki hatanın unutulduğu yerden başlar...Devlet isterse...
     Â
Uğur Mumcu'nun katlinden bu yana 7 yıl geçti... 8 Hükümet, 5 Başbakan, 10 İçişleri Bakanı değişti... Katiller bulunamadı. Ustaca bir cinayetti kuşkusuz bu... Ancak cinayeti soruşturmakla görevli olanlar katillerin bulunmaması için daha büyük ustalık gösterdiler. DGM Başsacısının olay yerine ayak bastığı anda:
     Â
- Eğer dış kaynaklı bir cinayetse failler bulunmaz, deyip bir cümle sonra,
"Bu cinayet dış kaynaklı" teşhisini yapıştırıvermesi... Olay yerinde suikast izlerinin silinmesi için özel çaba gösterilmesi... TBMM Soruşturma Komisyonu'nun yaptığı suç duyurularının kaale alınmaması... Her türlü tanık ve delilin karartılması için özel çaba gösterilmesi... Örnekler uzatılabilir. Ama gerek yok. DGM Savcısı
Ülkü Coşkun'un
Güldal Mumcu'yla konuşurken ağzından kaçırdığı bir tek cümle bütün olayı aydınlatıyor:
     Â
"Devlet isterse bu cinayeti aydınlatır..."      Yani:
     Â
"Devlet bu cinayetin aydınlatılmasını istemiyor..."      Hangi devlet bu?.. Herhalde
"Hukuk devleti" değil. Halkın devleti hiç değil. Son yıllarda iyice anlaşılıyor ki... Devlet içinde egemenlik kurmuş karanlık güçlere kısaca
"Devlet" adı verilmektedir. Siyasi iktidarlar kendilerinde bu
"devlet"i aşacak güç bulamamaktadır.
Özal, Ecevit gibi liderler kendilerine düzenlenen suikastleri bile aydınlatamamıştır.
      Türkiye nasıl bir
"devlet" tarafından yönetiliyor? Kimdir bu devletin gerçek yöneticileri? Bu soruların yanıtları meçhul kaldıkça... Siyasi cinayetlerin failleri de meçhul kalacak...
Dostlara çağrı
      "Sevgili dostlar, bu topraklarda yıllarca emek için, barış için, demokrasi için, laiklik için, aydınlık için, özgürlük için ve bağımsızlık için yılmadan emek veren aydınlanmacılar; cahilliğin kör karanlığından çıkıp baskılara boyun eğen ve gelen geçen yönetimlere maşalık yapanlarca yok edildiler.
      İnanıyorum ki korkunun ve cehaletin tutsaklığına karşı, Anadolu aydınları susmadan ve yılmadan mücadelelerini sürdüreceklerdir.
      Sevgilerimizle sevgilerinizi birleştirirken diyorum ki;
      Yok etmek cahillere kalsın
      Var etmek aydınlara yakışır."
     Â
Güldal MumcuYazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr