Araştırmacı iktisatçı dostumuz Mustafa Sönmez hükümetin hazırladığı Vergi Affı’nı incelemiş... Vardığı sonuç:
"Bu aftan en çok vergi borcu olan kumarhane sahipleri, Jet Pa ve Sabah Grubu yararlanacak."
Mustafa Sönmez diyor ki:
- Vergi affı, borç takmış büyük kuruluşlar için yapılıyor. Sadece İstanbul’da 22 özel firmanın 1 katrilyon TL borcu var.
Bu miktarın üçte biri iki kumarhane sahibine ait...
Aftan yararlanacak Jet Pa’nın 16 trilyon TL, Fadıl Akgündüz’ün de 15 trilyon TL borcu var.
En çok vergi borcu olanlardan biri de Sabah Grubu... Satel’in ve Sabah’ın borçları 22 trilyon TL...
Bu arada vergi borçlusu şirketlerin af beklentisiyle ödemelerini erteledikçe erteledikleri belirlenmiş...
Öte yanda kredi kartı borcunu (yüzsüzlükten değil imkânsızlıktan dolayı) ödeyemeyen yüz binlerce vatandaş için Tüketiciler Derneği yeni bir kanun tasarısı önerisi yaptı. Kart borcu anapara ve gecikme faizinin 12 taksite bölünmesi öneriliyor. Geçen iktidar bu önerilere kulak tıkamıştı. Batakçıları memnun etme çabası içinde olan AKP bakalım vakit bulup ilgilenecek mi?
Öfke, aptalları akıllı yapar; ama yoksul bırakır.
Lord Bacon
Nâzım Hikmet’i Türkiye’ye tanıtan üvey oğlu ve değerli edebiyat adamı Memet Fuat’ın ardından Doğan Hızlan en güzel tanımı yapıyor:
- O benim için bir okuldu, diyor...
Yalnız edebiyat değil aynı zamanda bir spor okulu... Futbol ve voleybol oynamadığı halde kitaplardan okuduklarıyla olağanüstü bir antrenörlük becerisi kazanmış, Voleybol Milli Takımı’nın antrenörlüğüne dek yükselmişti.
Nazım Alpman arkadaşımız onu yakından tanıyanlardan...
Genç yazarlara da sahip çıkarmış. Aniden ün kazanan yazarlara karşı edebiyat dünyası diş gösterir. Onları ezmeye çalışır. 50’lerde böyle genç bir yazarla tanışmış, ona cesaret vermiş Memet Fuat. O kadar sevinmiş ki genç yazar, Cağaloğlu’ndan ta Çamlıca’ya kadar onunla yürümüş. Adı mı? Yaşar Kemal’miş...
Demokrasi sözcüğünü en çok telaffuz eden partinin AKP olduğunu belirtmeye gerek yok. Demokrasi ve hukuk talebi ağızlarından hiç eksik olmuyor.
O yüzden CHP’li Milli Eğitim Komisyonu üyesi dostumuzdan dinlediğimiz şu sözler ilginç geldi:
"Komisyonun ilk toplantısında başkanımızı seçecektik. Ben, eğitimci kökenli AKP’li üye Ömer Özyılmaz’a aday olmasını önerdim. Bana verdiği yanıt ne oldu biliyor musunuz:
- Genel Merkezimiz Tayyar Bey’in başkan olmasına karar verdi.
Em. Orgeneral Doğan Güreş "Türkiye oligarşi ile yönetiliyor" demiş. Bunu milletvekili yemini ederken söylemeliydi...
Haldun Ertem
Yerli malı haftasında halkımızın "yerli malı" na soğuk baktığını, Batı’da ise her ülkenin kendi malını teşvik ettiğini yazmıştık. ABD’den okurumuz Ayşin Dedekorkut yeni bir gelişmeyi haber veriyor:
- Burada kimi küçük oteller ve benzer işyerlerinde artık "American owned" (Sahibi Amerikalı) tabelasına rastlanıyor. Yalnız malın değil satıcının da Amerikalısı makbul(!) İşin tuhafı karşı tarafta yer alan Hintli vs. otel sahipleri de Amerikan vatandaşı. Ülke malı kullanma eğilimi giderek ırkçılığa bile dönüşüyor...
Karikatürcü Kamil Yavuz dostumuz yepyeni bir "iş" alanını haber veriyor:
- Kadıköy’de bir kırtasiye dükkânından alışveriş yapıyordum. Kasada hesap öderken yaşlı bir adam yaklaştı ve kasadaki çalışandan fazla kasa fişi varsa vermesini rica etti. Adam para dilenmiyor, kullanılmayan fişleri istiyordu. Bugünleri de gördük...
Siyasi cinayet sonucu katledilen Necip Hablemitoğlu son yazılarında:
- Valilikten koruma istemeyi anlaşılır sebeplerden dolayı hiç düşünmedim, diyor...
"Anlaşılır sebepler" den kastı anlaşıldığı gibi güvenlik güçlerine olan güvensizliğidir. Suikast mahalline gelen kayınpederi Ahmet Menteş de:
- Katiller bulunmayacak, demiş, Muammer Aksoy’un, Uğur Mumcu’nun ve onlar gibi değerli kişilerin katilleri bulundu mu?
İktidardakiler ülkemizin Avrupa Birliği’ne layık olduğu görüşünde. Acaba uygar dünyada vatandaşın devlet güçlerine bu kadar güvensiz baktığı bir başka ülke var mı? Bu sicille "uygar dünya" ya üye olunur mu?
***
Şu satırlar dün Hablemitoğlu’nun öğrencisi Doktor B. Şeker’den geldi:
"Ben Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun genç bir hekimim. Yaşadığımız büyük acıyı, zamansız kaybı paylaşmak istedim. Necip Hoca’yı sadece birinci sınıfta tanıdık biz bundan altı yıl önce... Ancak öyle çok şey sığdırdık ki onunla geçen derslere... Tıp Fakültesi öğrencileri için sıkıcı olması gereken tarih dersleri onunla gerçekten büyük bir zevkti. Türkiye için eşsiz yol gösterici olan Atatürk ilke ve inkılaplarını onunla özümsedik. Öylesine güzel bir plan çizdik ki geleceğe doğru, onu bizden zamansız ayırmış da olsalar biz onun ardından onun istediği gibi yürümeye devam edeceğiz..."
***
Hablemitoğlu’nun ardından daha önce gördüğümüz filmleri izliyoruz. Her kafadan başka ses çıkıyor. Saptırmaca, şaşırtmaca, dezenformasyon gırla gidiyor. Peki katilleri bulmakla yükümlü olanlar ne yapıyor? Ciddiyetle arıyorlar mı? Şu sırada en çok sesi çıkması gereken onlar da...
"Godot’yu beklemeye devam ederken zaman akıp geçiyor. Birileri de yok olup gidiyor. Yıldız yıldız sönüp gidiyor. Benim yıldızım söndü. İnsanım gitti ama toplumun çok daha büyük şeyleri gitti. Bazı şeyleri anlamamakta direnen çok fazla insan var. Ama ben anlayabilenler olduğuna da inanıyorum.
Bir yerlere sinerek karanlık köşelerde yaşamaya çalışarak nefes almak pek zevkli olmasa gerek."
Doçent Şengül Hablemitoğlu