Ülkenin tatil yöreleri turist kaynıyor... Ama esnaf işsizlikten şikayetçi. Normal... Neden normal olduğu şöyle bir bakışta anlaşılıyor.
Turistler tur bedelini yurt dışında ödemiş. Uçaklarla Güney'e indiriliyor... Sağa sola bakınmalarına fırsat verilmeden otobüslerle doğru tatil köylerine taşınıyor. Çoğu tatil köyü tam pansiyon. Öyle olunca turist bir - iki hafta hiç dışarı çıkmadan yaşayabiliyor. Sonra aynı yoldan ülkesine taşınıyor.
Tatil köylerinin önlerine derme çatma mağazalar kurulmuş... Vitrinlerinde 10 - 15 milyona satılan sahte Boss, Lacoste, Calvin Klein gibi markalar... Ucuz bulucinler. Elma çayı... İlkel poşetlerde kekik, kimyon türü baharat...
Bu ıvır zıvırla döviz mi toplanır? Civarda yer yer kuyumcu dükkanları yok değil.. Değil ama turist onca sahte malın arasında mücevherin sahici olduğuna nasıl inansın?
Çok dikkati çeken... Turistin ülkesindeki eşine dostuna götüreceği orijinal anı eşyası bulamayışı... Kaliteli kartpostal bile yok..
Tatil köylerinden dışarı zaman zaman alışveriş turları düzenleniyor. Ne var ki bu hizmet turistlerin ancak üçte birine sunulabiliyor...
Eğlence sektörünün olmayışı turisti dışarı çekememekte bir başka handikap.
Var olan doğal güzelliklere birşey eklemeyi beceremediğimiz için turizmden para kazanamıyoruz. Hazır güzelliğin kaymağını da giderek daha büyük ölçüde yabancı turizm şirketleri yiyor. Biz bakıyoruz...
Vurguncu Dövüş Partisi
Yeniden Söğüş Partisi
Bal Tutan Parmağını Yalar Partisi
Bize Gelen Daha İyi Çalar Partisi
Hep Beraber Araklayalım Partisi
Kamuda Pişer Bize de Düşer Partisi
Böyle Gelen Böyle Gider Partisi
Ayşe Akkuş
Okurumuz Aydın Yapılcan yazıyor...
Almanya da işçi olan kaynım senelik iznini geçirmek için hafta başında Türkiye'ye geldi. Eşyalar taşındı, içeri geçtik, biraz havadan sudan laflıyoruz derken kayınpeder:
- Almanya da işler nasıl, ekonomi, piyasa? diye sordu.
Kaynım:
- Orası da pek iyiye gitmiyor piyasa da ekonomi de çok iyi sayılmaz, deyince kayınvalidem hemen lafa karıştı:
- Niye, Ecevit oraya da mı gitti?
"Her zaman aklımızın ardı sıra gidelim, halk isterse arkamızdan gelsin"
Montaigne
"Yerli Malı Haftaları"nı çağdışı bulan... Yerli malı kullanılmasını savunanları, "dinozorluk" la suçlayan... "Ben, kullandığım malın milliyetine değil, kalitesine bakarım" diyen bizim çokbilmişlerin keyfini kaçıracak bir haber birkaç gün önce gazetemizde yer aldı. Habere göre...
"İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth, Aurigny Adası'na yaptığı ziyarette İngiliz Rolls Royce'una binmek yerine Fransızların "Renault Scenic" marka aracına binince İngiliz tarafından eleştirildi... Mirror gazetesi, "İngiltere Kraliçesi'nin, bir Fransız aracına binmesi sözkonusu olduğunda biraz daha direniş göstermesini beklerdik" diye yazdı.
xxx
Şimdi de, yıllardır Londra'da gazetecilik yapan arkadaşımız Zafer Arapkirli' nin bize anlattıklarına geliyoruz.
- Benzeri bir başka olay Prenses Diana sağken yaşanmıştı. İngiliz marka otomobil dururken Alman Mersedes'ine bindi diye yine ortalık karışmıştı. Buna benzer örnekler o kadar çok ki... Delidana hastalığı ortaya çıktığında İngilizler hemen ithal etlere yönelmişti. Hastalık geçer geçmez, bir de baktım ki, İngilizler kendi etlerine yeniden İngiliz bayrağı yapıştırmışlar. Mesaj belliydi; hastalık geçti, yeniden kendi etimize dönelim.
İngiltere'de, İngiliz malları üzerinde, "Buy British" diye bir etiket bulunur. Yani, İngiliz malı satın alın, mesajı...
Finlandiya'da pekçok malın üzerinde anahtar resmi vardır. Bu, o malın Fin malı olduğunu gösterir. Bunun anlamı; "Fin malı kullanın", demektir.
AB'nin yasalarına göre yerli malı kullanmayı teşvik eden propagandalar yasak olmasına karşın hiçbir ülke bunu dinlemez... Bildiğini okur...
Biz ise elimizi kolumuzu bağlayan kurallar olmadığı halde şu kriz durumunda bile "yerli malı kullan" kampanyası başlatamıyoruz...
Yüksek nem öldürüyormuş...
Yüksek nemden yırtsan, yüksek dolardan gidersin bu ülkede!..
Cihan Demirci