Tıp fakültelerini bitiren binlerce genç doktor, atamalarının yapılması ve mecburi hizmet döneminin başlaması için Sağlık Bakanlığı’na başvuruyor... Ortalık kapı duvar... Kendilerine beklemeleri öğütleniyor...
- Peki, diyor gençler, o zaman diplomamızı onaylayın da mecburi hizmete kadar geçecek sürede çalışalım...
Bakanlığın yanıtı:
- Diplomalarınızı onaylarsak hepiniz bir yere dağılırsınız, bazılarınız yurtdışına kaçar, sonra sizi bulup mecburi hizmet yaptıramayız ...
Atamayı yap, "kadro yok yapmam"... Diplomayı ver, "kaçarsın vermem"...
Tam bir kara mizah... Sağlık Bakanlığı’na soruyoruz durumu...
Verilen yanıt;
- 2514 Sayılı Devlet Hizmeti Yükümlülüğü Yasası’na göre bu durumdaki doktorların diplomalarını, Mecburi Hizmet’e başlamadan önce onaylamamız mümkün değildir. Atamaları peyderpey yapıyoruz, sıranın kendilerine gelmesini bekleyecekler.
- Peki, ne kadar bekleyecekler?
- Bilemiyoruz.
Bir söylentiye göre mezun sayısı 4 bin... Sağlık Bakanlığı’nın elindeki kadro sayısı 400 küsur... O yüzden bakanlık çıkmazda. İyi de bu durum aylardır belli... Kimse nasıl çözüleceğini düşünmedi mi? Ayrıca beklemekle hangi sorunun çözüldüğü görülmüş.
Siyaset, zenginle fakiri birbirine karşı koruma sözü vererek fakirden oy zenginden seçim masrafı tokatlama sanatıdır.
İzmir’li bir sosyal demokrat yurttaş dedi ki:
- Haydar Baş adlı zatın küçücük bir partisi olduğu gibi bir televizyonu da var. İslamcıların radyoları, televizyonları var. Koskoca CHP’nin ne bir radyosu ne televizyonu mevcut. İmkansızlık diyemeyiz... Bu duruma tembellikten başka ne ad verilebilir?
Datça Kaymakamı Savaş Tuncer, Datça Haber Gazetesi sahibi Sinan Kara’yla savaşta. Peş peşe dava açıyor. Gazeteler, her gün, basılan gazetenin bir örneğini Kaymakamlığa iletmek zorunda. Sinan Kara Kaymakamlığa 2 nüsha gazete göndermeyi unuttuğu için 3 ay hapis cezasına daha çarptırıldı. Yeni yasa hapis cezasını kaldırıyor. Yerine para cezası getiriyor. Sinan Kara bu büyük suçtan (!) ne kadar para cezası yiyebilir? Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Erinç bizi aydınlattı:
- 30 ile 100 milyar lira ceza öder... Yargıç parayı en çok 10 taksite yayabilir. Eğer ödeyemezse para cezası hapse çevrilir...
Hortumcuların sevinçten göbek attığı ülkemizde... Bir taşra gazetesinin sahibi Kaymakamlığa gazete vermeyi unuttuğu için böylesi cezalar yiyor. Vahşet!
İzmir Fuarı’nda öğrencilerle sohbet ederken tek umutlu ve olumlu söz duymadık.. Halktan kopuk iktidar öğrenciden de kopuktu doğal olarak... Ülkenin bütün çarpıklıklarını gören ve duyan ve isyan noktasına gelen öğrencileri her fırsatta ezmek, susturmak, kişiliksizleştirmek yıllardır siyasilerin ortak politikası olmuştu... Aynen devam ediyordu...
Üniversiteye girmek bir dertti... Yurt hayatı bir başka dert... Mezun olunca iş bulmak ayrı dert...
Araştırma görevlisi genç bir hanım 560 milyon lira maaş aldığını, 200 milyon lira kira ödediğini, geri kalan parayla geçinemediğini anlattı. Bilimsel eserleri izlemek, gazete dergi okumak gibi lükslere! para ayırması söz konusu bile değildi...
Kız öğrenciler yurtlardan şikâyetçiydi...
Örneğin Ankara’da öğrenci yurtları akşam 21.30’da kapanıyordu. Eğer soyadı tutmazsa bir erkek gelip bir kız öğrencinin adını anons ettirip arayamazdı. Odalarda sigara içenle içmeyen, ramazanda oruç tutanla tutmayan birlikte kalıyordu. Bu yüzden tartışma çıkıyordu. Yurt idareleri sigara içenleri - içmeyenleri , oruç tutanları - tutmayanları ayrı odalarda toplamayı akıl edememişti. Yurtta bilgisayar yoktu. Kütüphane işlevsizdi. Öğrenci temsilcileri seçilmişti ama kaale alınmıyordu.
Manisa’da şehirden ve kampüsten Celal Bayar Üniversitesi’ne öğrenciler minibüsle gitmek zorundalardı. Rektörlük servis koymuyor, Belediye otobüs işletmiyordu. Öğrenciler minibüsçülerin keyfine bırakılmıştı.
Erzurum Üniversitesi öğrencisi genç, faşist baskılardan şikâyetçiydi. Hâlâ uzun saç yüzünden öğrenci dövülüyordu...
Bilkent’te sınıf ayrımı o ölçüye varmıştı ki kampüsün otoparkına "Kuşlar (kuş serisi otomobiller) ve burslular giremez" yazılmıştı.
9 Eylül Üniversitesi’nin kimi fakültelerinde öğrenciler hocalara not veriyordu. Hocalar da kendilerine zayıf not veren sınıfları silme çaktırıyordu.
Dertler buraya sığacak gibi değildi...
Ecevit, "Bize önce içeriden, sonra da dışarıdan vurdular" diyor. DSP’nin seçim şarkısı belli oldu:
"Gelen vurdu, giden vurdu."