1890 yılında Japonya açıklarında batan Ertuğrul fırkateyninin kaptanlarından Ali Bey, eski Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in dedesidir. Yücel, Ertuğrul faciasını annesinden dinlediği şekliyle anlatır.
Padişah Abdülhamit, Japon İmparatoru’nun kendisine bir prensini göndermesi üzerine Japonya’ya bir teşekkür ziyareti düşünmüş, Ertuğrul gemisine hazır ol talimatı vermiştir.
Gemi hareket etmeden önce usta denizciler uyarılarda bulunmuştur.
Çarkçıbaşı Salih Bey, “Kazanlar iki defa yamanmıştır açık denize çıkamaz” diye rapor vermiş.
Yelkencibaşı İsmail Bey “Yelkenlerin yamalı olduğunu, şiddetli rüzgâra tahammül edemeyeceğini” söylemiş
İngiliz makinisti Harti, “Bu gemiyle Caponya’ya gitmek delilik” diye konuşmuş... Ancak sözleri duyulmazdan gelmiş.
Bu arada yukarıya şirin görünmek isteyenler de olmuş.
Direkçibaşı Hasan Bey o ara “Direkler sağlamdır” dediği için ödüllendirilmiş.
Zamanın Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hüseyin Paşa “namus-i padişahi” diyor başka bir şey demiyor, uyarıları duymazdan geliyormuş.
Ertuğrul, 60’ı zabit 600’ü aşkın mürettebatla hareket etmiş. Japonya’da güzel ağırlanmış. Dönüş için demir aldıktan iki gün sonra fırtınaya yakalanmış, kayalıklara çarparak batmıştır.
Gemiden 69 kişi kurtulabilmiş, 587 denizci şehit olmuştur.
Padişah’a yaranmak için gerçekleri gizleyenler, uyarıları duymazdan gelenler tarihe en acı sayfalardan birini eklemişlerdir.
CEPHE
Emekli Amiral Turgay Erdağ diyor ki:
“Cephedeki asker kendinden daha çok geride bıraktıklarını; anasını, babasını, çoluğunu çocuğunu düşünür. Eğer geride sorun varsa, askerin savaşma azmi azalır. Dikkati dağılır. Kendi güvenliği de tehlikeye düşer. Cephedeki askere yapılacak en büyük destek, geride bıraktıklarının devlet ve halk tarafından kucaklandığını, varsa sorunlarının giderildiğini hissettirmek olacaktır.
Bugün Kovid’le savaşan sağlık ordusunun emekçileri de tıpkı cephedeki askerler gibidir.
Bu nedenle, tüm Türkiye sağlık görevlilerine nasıl destek olacağını düşünmelidir. Bunun için dernekler, vakıflar, kurumlar projeler geliştirmelidir. Hayatımızı onlara borçluyuz.”
ÇAĞRI
Şu dünyanın işine bakın... Bir yanda insanlar Kovid adlı görünmeyen düşmana karşı hayatta kalma mücadelesi veriyor, bir yandan da hâlâ savaşlarda birbirlerini öldürmeye çalışıyor. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres çok yerinde bir çağrı yapıyor dünyaya:
- Bütün savaşlarda ateşkes ilan edilsin.
Bu çağrıya kulak verelim. Ölümle karşı karşıya kalmışken ayrıca birbirimizi öldürmeye gerek olmadığını idrak edelim.
MASKE, MASKE...
Maske, maske diye yırtınırken... Cuma gecesi marketlere hücum eden insanlara baktık. Yarıdan çoğunda maske yoktu. Çünkü insanlar maskeye ulaşamıyor. Herkes interneti ve “e-Devlet”i kullanamıyor. Üstelik 10 gün için 5 maske çok yetersiz. Cerrahi maskeler çok çok iki saat dayanıyor. Maskeler 1 TL gibi sembolik fiyatlarla eczane ve marketlerde satılabilir, isteyen istediği kadar maske alabilirdi. Belediyeler de bu dağıtıma talip oldular. Ne var ki belediyelerin ekmek dağıtması bile mesele oldu. Bu salgın günlerinde bu tür bir çekişmenin sırası mıydı?
Sonuçta, İngiliz ya da Sırbistan vatandaşı bizim gönderdiğimiz maskeyi kullanıyor. Ama biz maske bulamıyoruz. Organizasyon konusunda çok gerilerde kaldık. Karar alırken nasıl uygulayacağımızı düşünemezsek, örgütlü çalışmazsak, zor kurtuluruz korona belasından.
YAZARIN GÖREVİ
Bir internet sitesinde güzel yazılarını okuduğumuz hanım yazar kalemi bırakmış.
Yakınlarına “Bu ülkede yazmakla hiçbir şey değişmiyor, boşuna yazmak istemiyorum” demiş.
Kendisine yazarın sorumluluğuna ilişkin Aziz Nesin’in şu satırlarını gönderiyoruz: “Çağımızda yalnız kendi ülkemizde değil, dünyanın her yerindeki kötülüklerden sorumluyuz. Ne demek sorumluyuz?
Kötü giden şeyleri değiştirmek zorundayız. Evet, yazar değiştiremez. Yani yazın yoluyla hiçbir şey değişmez. Ama insanlara değiştirme isteği ve özlemi verir. Ve yazarın sorumluluğu budur. Çağındaki bütün kötü şeyleri tarihin ileri doğru gidişine göre düzeltmeye çalışan insandır yazar. Bunun için sorumludur.”