Sovyetler Birliği eski lideri Jozef Stalin ölümünün 70’inci yılı (5 Mart 1953) nedeniyle yine gündemde. Stalin yıllardır milyonlarca insanın katili zalim bir diktatör olarak anılır. Türkiye’de de böyle tanınır. Moskova, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’yi tehdit ettiği, Boğazlardan üs istediği söylentisiyle ülkenin kaderinde birinci derecede rol oynamış, Türkiye’nin hızla Batı dünyasına yönelmesine yol açmıştır. Yaratılan korkuyla içerde sol siyaset sürekli ezilmiş, ABD’ye üsler verilmiş, NATO’ya girilmiştir. O giriş.
Tarih böyle mi işlemiştir?
Atatürk’ün 1925 - 38 yılları arasındaki Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras anılarında, ‘‘Sovyetlerin toprak talepleri Molotof’un budalalığıdır, Stalin Türk dostluğuna önem verirdi, ciddi olsaydı en güçlü olduğu o dönemde bu tehdidi gerçeğe dönüştürürdü’’, diyor... Atatürk döneminde Stalin ile özellikle ekonomide sıkı ilişkiler kurulmuş, Karabük Demir Çelik, Nazilli Basma, Ereğli Bez, Malatya Dokuma, Bursa Yün İpliği, Gemlik İpek, İzmit Kağıt, İstanbul Cam, Keçiborlu Kükürt, Zonguldak Antrasit tesisleri Sovyet teknik ve mali yardımıyla kurulmuştur.
Stalin dönemi bütün dünyada yeniden değerlendiriyor. Rusya’da yapılan anketlerde artık Stalin en önemli şahsiyet olarak çıkıyor. Lenin ve Putin daha sonra geliyor.
Türkiye’nin de kaderini çizen “Sovyetler üs ve toprak istedi” hikayesini yeniden tarih masasına yatırması, gerçekten ciddi bir tehdit miydi yoksa Batı’ya yaslanmak için bahane mi üretildi sorusunu aydınlatması gerekir.
YAKOV
Stalin’in oğlu Yakov’un öyküsü de başlı başına bir dramdır.
Stalin’in dört oğlunun en büyüğü olan Yakov, orduya girmiş, teğmen olmuş, Smolensk muharebesinde Almanlara esir düşmüştür.
Almanlar Yakov’u babası aleyhine konuşturmaya ve onun aleyhinde propaganda yapmaya çalışmış, ancak başarılı olamamışlar. Almanlar bunun üzerine Stalin’e bir teklifte bulunuyor.
Oğlu ile Sovyetler’in elinde esir bulunan Mareşal Paulus’un takasını öneriyorlar.
Hitler’in yanıtı “Bir teğmen karşılığında bir mareşali vermem” olmuş.
Bir başka söylentiye göre, Stalin binlerce Rus genci esir dururken oğlunu kurtarmayı hakkaniyetli bulmamış.
Yakov bir süre sonra sachsenhausen esir kampında (kaçarken veya tartışma sonucu) bir Alman askeri tarafından vurularak öldürülmüş.
ÇADIR
CHP Milletvekili Mehmet Güzelmansur TBMM’de yaptığı konuşmada Hatay’da yıkık, acil yıkılacak ve hasarlı olduğu için girilemeyecek konut sayısının 302 bin olduğunu belirterek şunları söylüyor:
“Hatay’da biliyorsunuz şu ana kadar yaklaşık 100 bin çadır dağıtıldı ama Hatay’daki evsiz kalmış hane sayısı 302 bin, yani acilen bizim 200 bin çadıra ihtiyacımız var. “ Hatay’ın çadır ihtiyacı için seferber olmalıyız.
TARİHE SAYGI
Topkapı Sarayı’nı 1924 tarihinde müze olarak halka açan Atatürk’ün tarihe olan saygısına küçük bir örnek.
Prof. Celal Şengör “Bir Toplum Neden İntihar Eder” adlı kitabında anlatıyor:
“Padişah III. Murad Topkapı Sarayı’nda bulunan dünyanın en eski üç Batlamyüs el yazmasından biri olan muhteşem eserin cildindeki ziynet taşlarını alabilmek için cildi söktürmüş ve yazmayı bir daha da ciltletmemiş! Bu muhteşem eser bu nedenle günümüze pek feci bir halde ulaşabilmiş. Geri kalanın restore edilip kurtarılmasını da Atatürk’e borçluyuz. Zira Prof. Adolf Deismann tesadüfen Topkapı’nın entelektüel enkazı arasında bu önemli eseri 1929’da keşfedip Atatürk’e haber verilmesini sağlayınca, Atatürk derhal zamanın en önemli eski yazma restoratörü olan, Berlin Üniversitesi profesörlerinden Hugo Ibscher’i çağırtarak bu tarihi eseri restore ettirmiş.”
SUSMA, KONUŞ
Siyasetçi veya destekçisine olağan bir soru soruyorsunuz. Eğer cevap vermekte zorlanacaksa:
- Efendim, eleştirinin sırası değil diye üzerinize geliyor.
Küçük bir uyarı ya da hatırlatma bile eleştiri sayılıyor.
Eleştiriden köşe bucak kaçılıyor.
Oysa bakın, ne diyor Fransız düşünürü Montaigne:
“Görüş ayrılıkları, çatışmalar, beni ne küçük düşürür ne de yıldırır. Yalnızca uyarır ve beynimi kışkırtır. Biri bize karşı çıktığında doğru söyleyip söylemediğine bakmaz, pençelerimizi gösteririz. Ben, aslında dostlarımın görüşlerini, neye mal olursa olsun, açık yürekle sergilemelerini, hatta katı, tırmalayıcı, yırtıcı olmalarını isterim. Tıpkı kanatıcı ısırıklar, tırmalamalar isteyen aşklar gibi. Eğer görüşler, yapmacık, dostça, korkakça olursa, güçlü, soylu ve inandırıcı olmaz. Nitekim ‘çatışmadan tartışılamaz.’ “
Cicero diyor ki “Bana çatıldığında öfkem değil, dikkatim uyanır; benimle çatışıp çelişene, bana öğretene doğru yönelirim. Kimin elinde doğruyu görsem sevinir, bayram ederim, okşarım, yenik silahlarımı ona teslim ederim. Bana zarar verse bile, bana katkıda bulunmaları için beni eleştirenlerin yürekli olmalarını sağlarım. Bundan da zevk alırım.”
Eleştireni susturmak yerine yüreklendirmek, ondan ders almayı bilmek. Yücelik budur.