Deprem bölgesinde 30 kişilik bir grup, çocuk ve yaşlıların organlarını çalmak için fırsat kolluyormuş.
      Haber birkaç gün önce Bolu Kriz Masası tarafından yayıldı.
      Dün de aynı konuda İçişleri Bakanlığı'nın uyarısı yer aldı Hürriyet'te...
      İstihbarat birimleri böyle bir çeteyi biliyor, sayısını dahi tam açıklıyor (29 veya 31 değil de 30) ama aralarından birini olsun yakalayamıyor. Kaçırılan çocuk veya yaşlı da yok ortada... Bir garip durum...
      Bırakalım onu... Acaba böyle bir organ hırsızlığı mümkün mü?
      Avrupa Diyaliz Cemiyeti ve Türk Nefroloji Derneği üyesi böbrek uzmanı Dr.
Mahmut Tolon haber için
"çok komik" diyor... Ve ekliyor:
     Â
- Çocuğu kaçıracaksınız, böbreğini çıkarıp alacaksınız. Olacak iş mi? Hindistan'da 1000 dolara böbrek satıyorlar. Bu organın fiyatı bu kadar ucuzladı. Onu geçelim. İnsanın böbreğini elinizi sokup alacak haliniz yok... Bu iş için tam teşekküllü bir hastane lazım. Bir cerrah, bir nefrolog ve yeterli sayıda uzman eleman lazım. Bu konuda uzman hekimlerin sayısı 20'yi 30'u geçmez. Hangi hastane hangi cerrah böyle bir cinayete alet olur? Çocuğun bir böbreğini çıkarıp sokağa saldınız. Bunu yapan cerrah veya hastane sonra yakasını nasıl kurtarır? Çocuğun iki böbreğini de alıp öldürecek misiniz? Böyle bir cinayete hangi hekim veya hastane ortak olur? Ayrıca bir haraç cenneti olan Türkiye'de hangi çete böyle teknik bir işle uğraşır?      Haber komik... Onun ötesinde de vahim... Bu sütunda birkaç gün önce bir Kuveyt gazetesinin manşet haberini yayımladık. Böyle muğlak haberlerden esinlenip:
     Â
- Deprem bölgesinde çeteler çocuk çalıyor, diye manşet atmışlardı.
      Böyle içi boş haberlerin dış dünyada aleyhimize fırsat kollayanlara malzeme vermekten başka yararı yok. Lütfen aklımızla hareket edelim.
      *
Cihan Demirci’den LAFORÄ°ZMA     Â
"Nasılsın" dendiÄŸinde eskiden:     Â
"N'olsun yuvarlanıp gidiyoruz iÅŸte" denirdi.     Â
Åžimdilerde:Â Â Â Â Â Â
"N'olsun sallanıp gidiyoruz işte" der olduk!..Havaleli fıkra...
      Bir melek telaşla gelip Tanrı'ya kötü haberi vermiş:
      - Tanrım Japonya'da deprem oluyor!..
      Tanrı umursamamış. Melek biraz sonra yeniden gelmiş:
      - Tanrım Amerika'da da deprem oluyor!..
     Â
- Boşver, demiş Tanrı,
birazdan geçer...
      Aradan bir süre daha geçmiş... Melek telaşla gelip,
     Â- Bu defa Türkiye'de deprem oluyor! demesin mi, Tanrı fırlamış yerinden.
      Melek bir anlam verememiş. Türkiye'deki depremi neden bu kadar önemsediğini sormuş Tanrı'ya... Aldığı yanıt:
     Â- Türkler her iÅŸlerini bana havale ederler de ondan...
Arzuhal
      "Depremden sonra namussuzların değişmesini kimse beklemesin, değişmesi gerekenler, namuslular aslında. Yoksa tas da hamam da yerinde duracak..."
     Â
Tunç Taylan      "Ecevit ve 57'inci hükümet üyeleri için - Halkı isyana teşvik etme - savıyla savcılığa suç duyurusunda bulunulmasını öneriyorum..."
      Dr.
Oryal Gökdemir Gümrük
      Gümrüklerle ilgili Devlet Bakanı
Mehmet Keçeciler ve Gümrükler Müdürü
Nazım Bilican dün birer açıklama daha yaptılar. Konu ABD'den gelen iki doktor beraberindeki 7 koli sağlık malzemesine el konulması... Yapılan açıklama ise şöyle:
     Â
- Kargo ile gönderilen bütün malzemeler anında gümrükten geçirilerek belirli merkezlere ulaştırıyor. Kişi beraberinde getirilen malzeme ise önce İl Sağlık Müdürlüğü'ne oradan deprem bölgesine gönderiliyor. İki doktor beraberinde gelen sağlık malzemesi gümrükte tutulmamış anında İl Sağlık Müdürlüğüne gönderilmiştir.      Açıklamaya teşekkür ediyoruz.
Bir af öyküsü...
      Af yasası TBMM'ye geri gönderildi. Umarız bu defa Meclis daha adil davranır. Daha adil bir yasa çıkartılır. Aşağıda "af yasası"nın gaflarından birini bulacaksınız... Kocası karşılıksız çekten 18 yıla mahkum olmuş bir hanım anlatıyor:
      - Tasarı Adalet Komisyonu'nda son halini alana dek karşılıksız çek af kapsamındaydı. Ama son anda MHP'yle yapılan pazarlıklar sonucu çeteler af kapsamı içine alınırken karşılıksız çek çıkartıldı.
      - Eşiniz neden karşılıksız çek verdi?
      - Tohum ve zirai ilaç bayiliği yapıyordu eşim. 1994'te 5 Nisan kararları öncesi firmalardan tohum almış ve dövizle borçlanmıştı. Borcun Türk lirası karşılığı o günün parasıyla 10 milyarı aşıyordu. 5 Nisan'da dolar
"bir gecede" 14 bin liradan 34 bin liraya fırlayınca firmalara olan borcu üç misline katlandı. Yetmiyormuş gibi, piyasayı can evinden vuran kriz yüzünden 1 gram tohum satamıyordu. Çaresizlik içinde borçlarını ödeyebilmek için tefecilerden faizle para aldı. Faizler yüzde 300'e vurmuştu. Bunun da altından kalkamadı tabii. Borçlarını ödeyemiyordu. Sonunda bıçak kemiğe dayanınca iki seçenek arasında bir tercih yapmak zorunda kaldı: Ya firmalara borcunu ödeyecek, tefecilere borçlu kalacaktı. (Bu durumda tefeciler işi çek - senet mafyasına havale edecek ve eşim belki de bugün hayatta olmayacaktı!) Ya da.. Tefecilere olan borçları ödeyecek, firmalara borçlu kalacaktı. Bu durumda
"Hapis yatarım, ama hayatta kalırım!" diye düşünerek ikinci seçeneği tercih etti: Tefecilerin alacaklarını ödedi, çekleri mafyaya vermeyeceklerini bildiği için firmalara karşılıksız çek kesti.
      Dertli mahkum eşi devam ediyor:
      - Eşim eğer borçlu olduğu insanları öldürseydi bugün aftan yararlanıyor olacaktı. Veya bir çete kurup borçlu olduğu insanların elinden tehditle çeklerini geri alsaydı, yine aftan yararlanacaktı. Ama öyle yapmayıp dürüstçe "Ben bu parayı ödeyemiyorum, karşılıksız çekten başka çare de bulamadım. Cezam neyse çekmeye razıyım" dediği için aftan yararlanamıyor. Hangi hukuk anlayışına sığar bu eşitsizlik, soruyorum...
      *
Bizi artık sadece "Artçı" depremler değil, "Afçı" depremler de sarsıyor hükümetin sayesinde!..Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr