Hilmi Yavuz, edebiyattaki "Kar" fırtınasını ele almış "E" dergisinin son sayısında... Orhan Pamuk’un o kanaldan bu kanala koşarak sağladığı medyatik başarıyı alkışlıyor. Ama "roman"ın "niteliksiz okurla" buluştuğu kanısında... Yani devamlı okuyan değil, reklam kampanyalarına göre tercihler yapan okurla... Ve Octavio Paz’dan şu görüşleri aktarıyor:
- En iyi satanlar edebi eserler değil ticari eşyalardır.
- Piyasanın mantığı edebiyatın mantığı değildir.
Ve şu iddialı uyarı:
- Yayıncıların başlıca amacı en çok satanları üretmek olduğunda edebiyat ölür ve toplum çökmüş olur.
ABD’ye girmiş bir devlet AB’ye de girebilir mi?
Güneydoğu’da PKK ile mücadele edilirken alınan bazı sert önlemler için şöyle açıklamalar yapılıyordu:
- Terörün getirdiği şartlar ortadan kalkınca demokratik açılımlar da gelecek.
Terör bitti. Demokratik açılım yerine Kürtçe isimlere savaş açıldı.
Bir okurumuz diyor ki:
- Hadi para yok ekonomik yatırım yapamıyorsunuz. Demokrasi için de para mı lazım?
Bir diğeri ekliyor:
- Halkın isimleri yerine hali hatırı sorulsa... İş gücü var mı, ne yer ne içer, nasıl yaşar... İç barışa çok daha büyük katkı olmaz mı?
Bush, televizyondan Ecevit‘in "Irak operasyonu kâbus gibi üzerimizde duruyor" şeklindeki açıklamasını duyar duymaz derhal kurmaylarını toplamış:
- Irak’ı bırakın, Türkiye’ye saldırıyoruz.
- Neden?
- Madem Irak’a saldırı, Türkiye’yi bu kadar etkiliyor; Türkiye’ye saldırı da Irak’ı etkiler ve bakarsın Saddam devrilir!
Fener Rum Patriği Bartholomeos, ABD Başkanı Bush’tan Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması konusunda destek istemiş.
Evet bu hükümet her sorunu askıda bırakıyor. Evet, ABD’nin bir dediğini iki etmiyor... Evet geçenlerde ABD’nin isteği üzerine Ermenistan’a vize uygulamasını kaldırdık. Evet Ruhban Okulu’nun açılmasına izin verilmelidir...
Bütün bunlara rağmen Patrik Bartholomeos’un sorunlarını ABD üzerinden çözmeye yönelmesi dostça ve zarif bir davranış değildir. Patrikhane’nin kendini devlet içinde devlet gördüğü savını doğrular. Türkiye’nin zayıf durumundan yararlanan her kim olursa halkın dostluk ve saygısını yitirir.
Avrupa ülkeleri Türkiye’yi üyeliğe almak istemiyor. Bu konuda en açık sözlü davrananlardan biri Avrupa Birliği Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Tom Spencer olmuş, Amerikan Dow Jones haber ajansına bakın neler söylemiştir:
"Türklere, ileride bir gün AB’nin parçası olacakları yolunda 30 yıldır söz vererek hiç dürüst davranışta bulunmadığımızı düşünüyorum. Çünkü gerçek, AB’nin Türkiye’yi üye olarak kabul etme yolunda hiçbir niyeti olmadığıdır. Türkiye, bir yandan yeni kökten dincilerin diğer yandan da bizim tutmayacağımız sözlerimizin arasında sıkışmış durumda. Türkiye’ye gerçek niyetlerimizi anlatmamız çok daha dürüst bir davranış olurdu."
***
Avrupa Birliği ülkeleri Gümrük Birliği antlaşmasıyla Türkiye’yi kendi pazarları haline getirmişlerdir. Türkiye organlarında yer almadığı bu nedenle kararlarında söz sahibi olmadığı AB’nin ticaretle ilgili bütün kararlarına uymayı kabul etmiştir. Avrupa Türkiye’nin balını almayı garantilemiştir.
Bu yüzden Türkiye’yi üyeliğe alması ve durup dururken 20 milyon işsizi, yüzde 70 enflasyonu ve envai çeşit sorunumuzu sırtlaması için sebep kalmamıştır.
Avrupa’nın bundan sonrası için istediği, Türkiye’yi nikahına alacakmış gibi yapıp kendine bağlı tutmak ve her dilediğini yaptırmaktır.
***
Bize gelince.. Doğrusu bizim de şu mevcut sosyal ekonomik ve siyasi standartlarla Avrupa’ya katılacak halimiz yok... Ancak bizi almıyorlar diye çağdaşlaşma, uygarlaşma, demokratikleşmeden vazgeçecek değiliz. Çağdaş standartları kendi aklımız ve gücümüzle de yakalarız. Yakalamalıyız.
Bir son söz... Askerlerin dış politikayla ilgili düşüncelerini dile getirirken hükümetin üstünde görünüm vermemeleri de elbette çağdaş standartlar arasında yer almaktadır...
İyi insan olmak isteyen kişi, iyi şeyler yapmadıkça iyi biri olamaz.