Strasbourg'daki İnsan Hakları Mahkemesi'nde İngiltere aleyhine dava açan biri kadın 4 eşcinsel davayı kazanmış... Bu gençler eşcinsel oldukları için İngiliz ordusundan ihraç edilmişler. Açılan davada konuyu inceleyen İnsan Hakları Mahkemesi İngiliz ordusunun bu işlemini insan haklarına aykırı bulmuş. Şimdi İngiltere bu gençleri ya yeniden orduya alacak... Ya da kararı uygulamayıp yüklü bir tazminat ödeyecek.
      Bir parantez açalım... Askerliğimizi 1975 yılında Tuzla Piyade Okulu'nda yaparken komşu bölükte iki eşcinsel delikanlı vardı. Gizli eşcinsel değildiler. 500 metreden görünce salına salına hatta kırıta kırıta yürüyüşerinden eşcinsel oldukları şıp diye anlaşılıyordu. Bizimle birlikte yedeksubay çıktılar. Kurada birisi Kayseri Komando Taburu'nu diğeri Kıbrıs'ı çekti. Kıbrıs savaşına katıldı. Sonraki aylarda Kıbrıs'a gidip dönen bir yarbay, o eşcinsel gencin çatışmalarda büyük başarı gösterdiğini ve madalya aldığını söylemişti. Bu yönden İngiltere'den ilerde sayılırız.
      Gelelim sadede... Yani fıkramıza...
      İngiltere'de adamın biri saat 5'e 5 kala pasaport şubesine müracaat etmiş. Acele pasaport çıkarmak istediğini söylemiş...
      - Biraz geç oldu, demişler, en iyisi siz yarın gelin...
     Â
- Hayır, demiş,
mutlaka bugün pasaport alıp çıkmam lazım bu ülkeden..
      - Nedir derdiniz, ne bu acele?
     Â- Anlatayım... Benim geçliÄŸimde eÅŸcinsellik ayıp sayılırdı. Zamanla ayıp olmaktan çıktı. Derken eÅŸcinsellik bazı mesleklerde avantaj haline geldi. Derken devlet görevine gelmeleri serbest bırakıldı. Biraz önce haberlerde duyduÄŸuma göre evlenmelerine de izin çıkmış...
      - Bunların sizinle ilgisi ne?
     Â- Bu gidiÅŸle eÅŸcinsellik mecburi hale getirilecek, ondan kaçıyorum...
Piano piano...
      İngiltere'nin ünlü orkestra şeflerinden biri geçenlerde yaz tatilini Küba'da geçirmeye karar vermiş. Eşiyle birlikte Manchester'den kalkıp dört saat tren yolculuğundan sonra Heatrow Havaalanı'na gelmişler. Alanda tam rezervasyon yaptıracaklar, orkestra şefi eşine dönmüş:
     Â
- Keşke piyanoyu da yanımıza alsaydık, demiş.
      - Neden?
     Â
- Uçak biletlerini piyanonun üzerinde unuttum...Yaşasın bağımsızlık!
      Amerikan Federal Polis Örgütü (FBI) Ankara'da büro açacakmış. Uyuşturucu kaçakçılığını ABD Ankara'da izleyecek. Çetelerin işi zorlaştı.
      Diyoruz ki... ABD Adalet Bakanlığı da Ankara'da bir büro açıp şu hapishaneleri de bir hale yola koysa.
      Ayrıca ABD Eğitim Bakanlığı Ankara'da bir Eğitim Bürosu kurup eğitimin aksayan yönlerini düzeltse...
      İşin kolayını bulduk.
      Eskiden yürümeyen işleri Allah'a havale ederdik, şimdi ABD'ye..
      Yaşasın bağımsızlık...
      Bizden başka bilen olmadığı zaman kusurlarımızı pek çabuk unuturuz.
Ne seçim...
      ABD, depreme 15 milyon dolardan fazla nakit yardımı yapmayacakmış.
      İncirlik'i açarak ABD'yle birlikte bombaladığımız Irak'ın yaptığı yardım ise 10 milyon dolar... Birisi dostumuz, öteki düşmanımız...
      Biri ambargo ve bombardıman altında inleyen, öteki dünyanın en zengin ülkesi olmakla övünen iki ülke...
      Dostumuzla düşmanlarımızı iyi seçmişiz...
      Öyle değil mi...
Atık sudaki balık
     Â
Zorlu Linen, ev tekstili üretiminde dünyanın 3'üncü, Avrupa'nın en büyük kuruluşu... Zorlu Holding bünyesindeki firma, Çorlu'daki dev fabrikasında 1600 işçi çalıştırıyor... Yıllık ihracatı 90 milyon doları aşıyor...
      Çorlu'daki fabrika Mayıs 1997'de hizmete girmiş, kurdelayı
Mesut Yılmaz kesmişti... Üretime ve istihdama katkı yönünden sevindiriciydi ama... Talihsiz bir yönü de vardı bu tesisin... Ağır boyalarla çalışmasına rağmen arıtma tesisi bulunmuyor, atıkları doğrudan Ergene Nehri'ne veriliyordu... O tarihte durumu yazmıştık... Hemen arkasından fabrikanın genel müdürü
Recep Sayar aramış, dere yatağı çürük olduğu için arıtma tesisinin kurulamadığını, ama satın alınan bitişik arsada mutlaka hizmete sokulacağını söyleyerek bizi birkaç ay sonraki açılışına davet etmişti. Sözlerini tuttular, biz de sevinçle Çorlu'ya gidip arıtma tesisinin kurdelasını kestik...
      Önceki gün yine
Recep Sayar'ın davetlisi olarak Çorlu'daydık... İşi biraz daha ilerletmişler, atık suyu içinde sazan balıklarının yaşadığı küçük bir havuzdan geçirerek atmaya başlamışlardı. Arıttıkları su artık içinde canlıların yaşayabileceği kadar temizdi.
Recep Sayar havuzun başında durumun izahını yaptı:
      - Mevzuat, atık suyun arıtma ünitelerinde en az 200 ppm'e (litre başına kirlilik) düşürülerek deşarjını zorunlu kılıyor. Biz 100 ppm'e düşürdük. Gördüğünüz sazanlar 62 gündür bu suyun içinde. Bir teki ölmedi...
     Â
- Peki çevredeki diğer sanayi tesisleri? Ergene, hala katran renginde zira?..      - Bakın, 1,5 milyon marka mal olan arıtma ünitemizin yıllık işletme masrafı 850 milyon marktır. Bu parayı sırf içinde balık yüzecek nitelikte atık su elde edelim diye harcıyoruz. Eczacıbaşı ve Şahinler de bu konuda titiz. Ama çevredeki fabrikaların yüzde 75 - 80'i yapmıyor bunu. Arıtma tesisleri var belki ama çalıştırmıyorlar.
     Â
- Arıtmaların çalışmadığı kontrollerle saptanamıyor mu peki?      Â- Hayır.
İmren Aykut'un Çevre Bakanlığı döneminde bu yönde bir çaba vardı. Şimdi ise kimsenin umurunda değil. Arıtmasız su deşarj eden fabrikayı
"bir süreliğine" kapatın bakalım, bir daha aynı şeyi yapabilirler mi?..
      Evet... Yok mu mazeret yerine çözüm üretecek,
"Arıtma tesisi yapmazsanız (yapıp da çalıştırmazsanız) fabrikanızı kapatırım!" diyecek cesarette bir Çevre Bakanı bu ülkede?..
Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr