İstanbul Kartal'da 24 daireli bir apartman... Depremi hasarsız atlatmış... Apartmanda yaşayanlar,
"Binamız zarar görmedi, öyleyse sorun yok!" dememişler... Binanın inşa süreciyle ilgili usulsüzlükleri hep birlikte saptamış, yargı önüne götürüyorlar... Apartman yöneticisi
Hikmet Öztürk'le konuşuyoruz... İstanbul'un en az yüzde 70'inde olduğu gibi, yaşadıkları apartmanın da
"kılıfına uydurulmuş" bir dizi usulsüzlük sayesinde yükseldiğini söylüyor...
     Â
- Biraz açar mısınız?      - Biliyorsunuz, müteahhit inşa sürecini bir mimarla anlaşarak başlatıyor. Mimarın çizdiği projeyle belediyeye müracaat edip ruhsat alıyor. Ancak sonra başka bir projeyle binayı kaçak olarak büyütüp devam ediyor. Bizim binamızın da bu şekilde
"yayılarak" yükseldiğini saptadık. Teknik uygulamadan sorumlu olan mimarın bu durumda istifa etmesi ve hemen o an belediyeye durumu bildirmesi gerekiyor. Ama bildirmiyor... 7 - 8 ay sonra inşaat bitime yaklaşıp geri dönülemez bir noktaya gelince bildiriyor ve o zaman istifa ediyor. Mimara 25 - 30 milyon, müteahhite de 250 - 300 milyon lira gibi sembolik cezalar kesiyor belediye... O arada müteahhit yandaş vakıflara yönlendirilip göz yumma karşılığında o vakıflara
"bağış" yapması sağlanıyor. İlginçtir, bizim binayla ilgili sözde bir
"yıkım" kararı alınmış ama her nedense binanın ilerlemesi engellenmediği gibi elektriği, suyu, doğalgaz bağlantıları da yapılmış!.. Müteahhit, mimar ve belediyenin işbirliğiyle tam bir örgütlü suç süreci bu... Bizim apartmanımızı örnek olarak ele alırsak, ilk projede 70 metrekare olarak görünen daireler anlattığım şekilde kaçak olarak 150 metrekareye çıkarılınca müteahhit, her daireden 3 - 5 milyar daha fazla kazanıyor. Yani belediyenin kendisine kestiği 300 milyonluk ceza devede kulak bile kalmıyor... Özeti... Tepeden aşağı rant kavgası... Binanın dayanıklılığıymış, taşıma kapasitesiymiş; bunları dert eden yok...
     Â
- Apartmanınız sakinleri dert ediyor Allahtan?..       - İnşa sürecindeki usulsüzlükleri ilk saptadığımızda pek önemseyen yoktu. Ama deprem sonrasında uyandı herkes... Binamızın şu an
"hasarsız" olması önemli değil. Ortada örgütlü bir suç var. O yüzden müteahhiti, mimarı ve belediyeyi topyekün dava ediyoruz...
      *
Sibel Can haber bülteni sunacakmış...      Sudan haberciliğe de spiker olarak Sibel Can yakışırdı zaten!..
Kokulu tarih!
     Â
Uygur Kocabaşoğlu, "İmlaya Gelmez Tarih Yazıları" adlı kitabında yakın tarihin derinliklerinden süzülme ilginç bilgiler aktarıyor...
      Onlardan biri... Osmanlı İmparatorluğu, 1919 yılında ilaç ithali karşılığında Avrupa'ya toplam
3 milyon 602 bin 847 kuruş ödemiş...
      Aynı dönemde parfümeri ürünleri ithali için ödenen bedel ise neymiş, biliyor musunuz?..
2 milyon 246 bin 726 kuruş...       Daha açık bir ifadeyle... O dönem
"ilaç" ve
"parfüm"ün ikisine birden ödenen 5.8 milyon kuruşun yüzde 40'ı parfüme gitmiş...
     Â
"Hasta adam"ın reçetesi sanki... 1,5 şurup kaşığı ilaç... 1 şurup kaşığı da parfüm...
      İyi mi?..
Salatalık...
     Â
Ä°dris bir adamla konuÅŸurken
"Herif" demiÅŸ...
      Adam sinirlenmiş:
     Â
- Hayatta en bozulduÄŸum ÅŸey birisinin bana "herif"
demesidir...
     ÂKonuÅŸmaya kulak misafiri olan
Temel, durumu düzeltmek için atılmış:
     Â
- Haklisunuz, salatalığın da en bozulduğu şey kendine "hıyar"
tenmesudur...
Meclis mi, çiftlik mi?
      Eş dost ve akrabalarını devlet görevlerine atamakta hayli hızlı davranan Meclis Başkanı
Yıldırım Akbulut, bazı konularda da alabildiğine yavaş!.. Bir milletvekili dostumuzu dinliyoruz:
      - Geçen yasama yılında
Mesut Yılmaz hakkında, başta Kurtköy Havaalanı, Türkbank ve Karadeniz Otoyolu olmak üzere pek çok konuda soruşturma komisyonu kurulmuştu. Bu komisyonlardan bazıları
Yılmaz'ın yargılanması gerektiği sonucuna varmıştı. Başkanlığa teslim edilen bu raporların içtüzük gereği Başkan tarafından (makul bir süre içinde) Genel Kurul'a indirilmesi gerekiyor. Ancak
Yıldırım Akbulut ısrar ve inatla bu görevini yerine getirmiyor. Amacı, söz konusu raporlarda işlendiği belirtilen suçların Meclis tarafından çıkarılacak af kapsamına alınıp genel başkanını yargılanmaktan kurtarmak... Geçen yasama yılında bu amaca bir ölçüde ulaşılmıştı. Ancak Af Yasası Çankaya'dan geri gönderilince eski noktaya dönüldü. Sayın
Akbulut şimdi yine Meclis'ten çıkacak Af Yasası'nı bekliyor ve raporları Genel Kurul'a indirmiyor. Bu resmen Anayasa ve içtüzük ihlalidir. Hükümete,
"Ben bu suçlamalardan yargılanıp aklanmak istiyorum" diyerek girmeyeceğini açıklayan
Mesut Yılmaz da olan biteni en küçük bir rahatsızlık duymadan bir güzel içine sindirebiliyor.
Adi Bey!..
      DSP Kastamonu milletvekili
Hadi Dilekçi, partidaşı Edirne milletvekili
Şadan Şimşek'ten yana çok dertli.. Neden mi?.. Anlatıyor:
     Â
- Şadan, benim çok sevdiğim, çok terbiyeli, çok efendi bir kardeşimiz. Her karşılaşmamızda beni sevgiyle, saygıyla selamlar ve ardından "Nasılsın Adi Abi!" diye hatırımı sorar... Kendisini defalarca
"Benim adım Adi değil, Hadi!.." diye uyardım ama sonuç değişmedi.
      Gelelim
Şadan Şimşek'e... O da kendisini şöyle savunurmuş:
     Â
- Adi Bey'le iç bir problemim yok. Kendisini çok sever, sayarım. Ama ne yapayım ki ben Balkan g"çmeniyim ve biz g"çmenler konuşmalarımızda elimizde olmadan "H"
harfini yutarız. Hüseyin'
e Ãœseyin, Hasan'
a Asan
diye hitap ederiz. Sevgili Adi
Abim de bizim bu alışkanlığımızın kurbanı. Yoksa hakaret etmek gibi bir düşüncem asla olamaz...
Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr