Karadenizli'nin mezar taşında yazanlar ibret vericidir:
Hastayum dedim inanmadinuzHastayum dedim inanmadinuz
Hastayum dedim inanmadinuz
Ne oldi...
Uğur Mumcu yazdı...
Oktay Ekşi, İlhan Selçuk yazdı...
Oktay Akbal, Metin Toker, Güngör Mengi yazdı... Yüreğinde cumhuriyet sevgisi, kafasında bir parça akıl olan herkes yazdı... Dediler ki:
- Din istismarının sonu yok... Siyasete dini alet ederseniz gün gelir laiklik elden gider...Dinlemediniz... Bir avuç oy için halkın din duygularını gıdıklayıp durdunuz.
İrticanın gelişmesine, içinden birkaç oy da bana çıkar, ucuzluğuyla göz yumdunuz. İş işten geçince akıllanır gibi oldunuz. Ama bu defa icraatı hırsızlığa - yolsuzluğa dönüştürüp yine irticanın kucağına oy taşıdınız.
Ne oldu?
İrticanın iktidara geleceğinden korkan bir Türkiye yarattınız.
Din istismarının başını çeken devlet büyüğü dün demeç vermiş:
- Uyarıyorum... Yeni yüzyıla iki bayrakla gir... Biri laik demokratik cumhuriyet... Diğeri kalkınma...Sayın Beyefendi... Siz kendinize zamanında yapılan uyarıları dinleseydiniz Türkiye bu noktayı mı gelirdi?
İrticanın değirmenine onca suyu taşımasaydınız, bugün değerli uyarılarınıza gerek mi kalırdı?
Muhabirin güncesi
Orta büyüklükte gazetelerden birinde... Geçenlerde işine son verilen bir hanım muhabirin masasında tuttuğu günlük bulunmuş. Ve günlüğün bir sayfasında şu not:
"İlginç bir gün. İş hayatımın 2 yılı henüz bitti. 2 şef, 2 genel yayın müdürü, 1 koca, 4 sevgili, 8 sevgili adayı, 9 bakkal, 12 hipermarket değiştirdim. Değişmeyen tek şey maaşım oldu..."Joe'nun dünyası
"Benim Adım Joe..." İngiliz toplumunun
"dibe vurmuş" insanlarına adadığı filmleriyle tanıdığımız yönetmen
Ken Loach'un son yapıtı... Sinemalarımızda gösterimi sürüyor... Filmin kahramanı
Joe, 37 yaşında eski bir alkolik... Sağlık Sigorta Kurumu'nda
"sağlık denetçisi" olarak çalışan kız arkadaşını ilk kez eve getirir.
Joe bir ara mutfağa gittiğinde kız arkadaşı bir kaseti teybe yerleştirip tuşa basar... Pırıl pırıl bir
Mozart müziği yayılır odanın içine... Kız şaşkındır: Yabanıl görünümlü
Joe'nun
Mozart sevgisine (!) anlam veremez...
Joe, odaya geldiğinde durumu anlayıp izah eder:
- İçki parası bulamadığım günlerden birinde bir kasetçi dükkanına girip onlarca kaset çaldım. Satıp içki paramı çıkaracaktım. Hepsini de sattım. Bir tek bu hariç... Bedava verdim, kimse almadı... Eve gelip dinledim. Ve sadece o gün değil, ondan sonra da dünyamı aydınlattı bu kaset!.. Lap-top bebeler
İngiltere'de bilgisayar programcıları ve pedagoglar kafa kafaya verip 9 - 24 aylık bebekler için eğitsel programlar hazırlamışlar... Oyuncaklı puzzle görüntüleri, tıkladıkça renk değiştiren
"boyama" sayfaları, hırsız - polis oyunları vs... 9 aylık bebeklerin internetle bayağı ilgilendikleri saptanmış... İşte 9 aylık
Ezra... Mouse'u minicik parmaklarıyla güç bela kavrıyor... Ve... Ağzına götürüp emiyor.. O ara
"kazara" ekrana gelen pırıltılı görüntülerle coşup çığlıklar atıyor... Çocukların üç yaşından itibaren internet bağımlısı olmaya başladıkları kaydediliyor...
Tayyar'ı anarken
Gazeteci
Tayyar Şafak öldü... Haberi
"Jaguar Partisi'nin lideri öldü" diye vermişti Hürriyet...
Tayyar böyle bir espri de yapmış... 1986'da seçim yasasındaki boşluğu göstermek için
Zeynep Özal'a hediye edilen
Jaguar'dan esinlenerek
"Davulu Delen Jaguar" amblemli bir parti kurup televizyonda ağzına geleni söylemişti.
Tayyar, 1966'da TRT Haber Merkezi'nde mesleğe ilk adım attığımızda tanıdığımız arkadaşlardandı. Haber Merkezi'nin genç, dürüst, coşku dolu bir kadrosu vardı...
Şahin Tekgündüz, Aycan Giritlioğlu, Fadıl Taylan, Aydın Soysal, Hüsamettin Ünsal, Altan Aşar, Erdinç Sağlam, Tevfik Fikret... Ve şefler...
Hüsamettin Çelebi, Basri Balcı, Güngör Yerdeş, Ahmet Oktay, Zeki Sözer, Kemal Savcı, Muammer Yaşar... Ve en büyük Şef
Doğan Kasaroğlu... Ankara'nın bu değerli gazetecileri TRT'yi haberde iddialı bir kuruluş yapmak için kolları sıvamış, gençlik yıllarını yepyeni bir çabada birleştirmenin heyecanıyla coşkulu bir geleceğe seferber olmuşlardı.
Tayyar o arkadaşlarımızdan biriydi. Sessiz, sakin, işinde ciddi... Sonraki yıllarda o genç arkadaşlar çok çeşitli yerlere savruldular. Kimi gazetecilikte kaldı, kimi reklamcılık gibi alanlara geçti.
Herbiri hayatta başarılı oldu. Ve hiçbiri mesleğin dürüstlük çizgisini aşmadı; hiçbirinin içinden köşe dönmeci, tüccar, yağcı, ahlaksız gazeteci çıkmadı.
Tayyar, Akşam gazetesinde geçirdiği son yıllarda ilk yıllardaki gibi dürüst, titiz, ciddi çizgisini sürdürdü. Pek çok gazeteciye örnek oldu. Onurlu bir yaşamı onurla noktaladı.
Tayyar'la tanıştığımızdan bu yana 32 yıl geçmiş... Eskiler haklıymış. Göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor, gençlik yıllarında uzun ve hiç bitmeyecekmiş gibi görünen yıllar... Ve geriye kalırsa temiz bir isim, gelecek nesillere armağan birkaç anı, birkaç eser kalıyor. Onlar da yoksa herşey boşuna...
Şafak'la anı...
TRT'de
Tayyar Şafak'la birlikte çalışmış arkadaşımız
Altan Aşar dün bir anısını aktardı...
Yıl 1970 gibi...
Deniz Gezmiş Ankara'da fellik fellik aranıyor.
Deniz Gezmiş'i takip eden ekipte bulunan
Tayyar Şafak sık sık Merkez'i arıyor... Gelişmeleri aktarıyor. Bir ara telefonda
Altan Aşar'a:
- Polis Deniz Gezmiş'in yerini saptadı, falanca semtte şu adreste... Şu anda polisle birlikte oraya hareket ediyoruz, diyor...
Altan Aşar da haberci... Derhal haberi yayına sokuyor...
Polis
Deniz Gezmiş'lerin gizlendiği eve vardığında görüyor ki...
İçerdekiler birkaç dakika önce evi terketmiş...
Polisin geldiğini TRT haberinden öğrenmişler.
Altan Aşar:- Polisten epey zılgıt yemiştik o gün, dedi gülerek...
Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr