Adana’da bir nalbant çocuğu olarak başlayan yaşam serüveni ne yorucu, ne keyifli duraklardan geçmiş... Ne günler görmüş.. Tadı artık sadece anılarda kalan Beyoğlu’nun hayat üniversitelerinde ne güzel, ne renkli insanların dostluğuyla sarmalanmış... Arif Keskiner’in yaşamını anlattığı "Çiçek Gibi" son zamanların en güzel kitabı o dönemi yaşayanlar için... Benim hayat üniversitem, dediği Kulis Bar’ı anlatıyor Arif:
- Herkes birbirini tanıdığı için kimse kimseden çekinmezdi. Soru cevap oyunu oynanırdı barın etrafında. Biri 25 kuruş çıkarır ve bir soru sorardı. Soruya yanıt veren bilirse 25 kuruşu alır bilemezse 25 kuruş verirdi. Bir kadeh içkinin 150 kuruş olduğu o dönemde bazen fiyat 10 liraya kadar çıkar, iddiasında direnen kişi kimi zaman taksiye atlayıp eve gider ansiklopediyi kapar gelirdi.
Arif ve kardeşi Apo ile 70’lerde Yılmaz Güney’in Levent’teki evinde tanışmıştık. Yılmaz bir tabanca çıkardı gecenin bir saatinde. İçine 9 kurşun koydu. Bahçeye doğrulttu. Tabanca 9 kurşunu bir tetikte boşalttı. Arif ve kardeşi gösteriyi sevmedi, izin isteyip gittiler. Arif kavgadan çekinmez. Silahtan hoşlanmaz. Çiçek Gibi, değerli bir dostun çiçek gibi yazılmış hayat öykülerinden oluşuyor... Alabildiğine içten ve rengârenk... Sayfalarında kendi hayatınızın çiçek kokularını da bulabilirsiniz.
Karı kocanın canı aynı anda kavga etmek istiyorsa o evlilikte uyum vardır.
Neler mi istiyorum/ Uyanınca her sabah?/ Ne bahardan bir neşe,/ Ne de yazdan bir çiçek/ Siyah, siyah, çok siyah/ Kadife kadar siyah/ Bir saçın buklesini/ Bana kim getirecek? / Neler mi istiyorum/ Gurbette akşamlardan/ Ne rüzgârdan bir buse,/ Ne de bir pembe kelebek/ Derin, derin, çok derin,/ Ufuklar kadar derin/ Bir çift gözün rengini/ Bana kim getirecek?
Her şey çok hızlı gelişiyor! Daha 13 yıl önce birer demirperde ülkesi olan Polonya, Bulgaristan vb. AB’ye giriş töreni hazırlıklarına başlamışken, Türkiye AB’ye başvurunun 40’ıncı yılında hâlâ uyum sorunlarının çözümüyle meşgul.
İki kaplumbağa, yolda önlerine çıkan salyangozu bir güzel benzetip neyi var neyi yok iç etmiş, sonra da sıvışmışlar... Bizim salyangoz ayaküstü soyulmanın azabıyla soluğu karakolda almış. Sormuşlar:
- Nasıl oldu?
- Valla anlayamadım ki, her şey çok hızlı gelişti!
Yaşlı adam: Neden buradasın? Genç adam: Herkesin benden beklediği insan olamadığım için..
-Anlayamadım, ne demek istiyorsun?
- Babam benimle övünebilmek için çok iyi bir öğrenci olmamı istedi, ama ben iyi notlar getiremeyince benden utandı. Benim vasat bir öğrenci olduğumu kabul etmek istemediği için beni tembellikle suçladı. Oğlu, çoğu insan gibi sıradan olamazdı. Beni anlıyor musun?
-Pek değil...
- Olmamı istediği insan olamadım, Beni ava götürdüğünü anımsıyorum. Yanında arkadaşları vardı ve oğlunun gerçek bir erkek olduğunu kanıtlayabilmek için çok güzel bir geyiği vurmamı istedi benden.
-Kaç puan aldın?
- Hiç, sadece ağlamaya başladım ve beni bir daha ava götürmedi.
-Sonra...
- Babam benim kendisi gibi avukat olmamı istedi, ama annem, dayım gibi bankacı olmamı istiyordu, büyükbabam kendisi gibi bir marangoz, büyükannem ise rahip olmamı istiyordu. Kilisemizin rahibi Tanrı gibi kusursuz olmamı, arkadaşlarım ise James Dean’a benzememi istiyorlardı.
-Başka?
- Kız arkadaşım her şey olmamı bekliyor, babası ise kızının gözündeki değerinin yok olmaması için benim hiçbir şey olmamamı yeğliyordu. Televizyondaki reklamlar alkol kullanmam, arabalara ve kadınlara düşkün olmam için beni yüreklendiriyor, gece haberleri ise beni alkolizm, trafik kazaları ve AIDS konusunda uyarıyordu.
-Anlıyorum....
- Özür dilerim. Bazen kafam karışıyor. Lütfen beni bağışlayın. Siz ne kadar zamandır buradasınız?
- Ben hasta değilim, yeğenim birkaç aydır burada da onu ziyarete geldim. Beni anlıyor musun?
- Elbette anlıyorum, siz şu duvarın dışındaki tımarhanede yaşıyorsunuz...
Dost, bir şeye ihtiyacı olmadığı halde sizi evine davet eden kişidir.