Turkcell abonelerine dün 3032 numaradan bir cep mesajı geldi:
"Alışverişlerinizde belge istemeyi unutmayın. Vergi Haftası 25 - 31 Mart 2002. İstanbul Defterdarlığı."
Olur. Ama siz de vergi almayı unutmayın.
Ortalama gelirin 400 milyon lira olduğu kentte 5 - 10 milyon dolara yalı alanların gelirlerini ve ödedikleri vergileri bir zahmet kontrol ediverin. Ayrıca Hükümet’e selam söyleyin. Vergiyi garibanın cebinde değil rantiyenin cebinde arasın...
Namuslu adama hesap soran; hırsıza nereden buldun diye sormayan bir toplumun iki yakası bir araya gelir mi?
Kütüphaneler konusundaki dünkü yazımıza okurumuz Aydın Göreli bir not gönderdi:
- Kitaplar hâlâ, tabanca, el bombası gibi suç aletleriyle birlikte teşhir ediliyor. Acaba polis adaylarına dans dersleri veren anlayış, kitaplar konusunda da bir şeyler yapabilir mi?
Dünkü yazımızda Yılmaz Karakoyunlu’dan söz ederken "Kitabım filme çekilsin de nasıl çekilirse çekilsin ilkesinden hareket etti", demiştik. Karakoyunlu dün arayarak "ilkesinden" yerine "ihtiyacıyla hareket etti" demiş olsaydınız daha düzgün olurdu, dedi. Doğru...
PKK’nın silahlı süreçten siyasallaşma sürecine girmek amacıyla adını PAK olarak değiştirdiğini duyan vatandaş, oturduğu yerden:
- N’olacak şimdi? diye bağırmış...
Yanındakiler:
- Neden? diye sormuşlar.
Vatandaş:
- Ordu PKK ile başa çıkıyordu ama demiş; acaba siyasiler PAK ile başa çıkabilecek mi?
Kimileri hayvanları yeterince sevmediğimizi savunur. Peki acaba insanları hayvan kadar seviyor muyuz?
Mesela polis kentin ortasında gösteri yapan öğrencileri, işçileri, memurları, mahkum yakınlarını coplarken kimse oralı olmuyor. Polis aynı şekilde aynı sayıda hayvanı coplasa yer yerinden oynamaz mı?
Birkaç gün önce ithal edilen 66 devekuşu ihmal yüzünden can verdi. Hürriyet gazetesi haberi beş sütun verdi. Ölüm oruçlarında ölenlerin sayısı 89’a yükseldi. Gazetelerde tek sütun haber görüyor musunuz?
İnsana hayvandan daha çok değer verdiğimizi kim söyleyebilir?
Bir sabah uyandığımızda bütün toplumun Kafka’nın Samsa’sı gibi bir böcek olduğunu görsek ve koca bir böcek gibi yürüyüp toprağın derinliklerinde kaybolsak...
Yeryüzünde kaç kişi altmış milyonluk bir toplumun ortadan kaybolduğunu fark eder...
Dünyadan ne eksiltir bizim yokluğumuz...
Kendimizle birlikte dünyanın entelektüel yaratıcılığından, biliminden, sanatından, hukukundan, askerliğinden, medyasından, neleri toprağından derinliklerine götürmüş oluruz...
"Çok şey" diyecekler çıkacaktır.
Böyle diyecek olanların, bizimle birlikte hayattan eksilecek olanların dökümünü de inandırıcı bir biçimde yapacaklarını umarım.
Benim bu sorulara cevabım, ne yazık ki, hemen hemen hiçbir şeyin eksilmeyeceğidir.
Bir böcek olduğumuzda dünyadan hiçbir şey eksilmeyecekse eğer, bu, bizim aslında bir böcek gibi yaşadığımızı göstermez mi?
Biz altmış milyonluk bir böcek miyiz acaba?
Hiçbir kurumun evrensel ölçülere uymadığı, dünyadan ve gelişimden kopmuş, insanlarının yaşama isteği ve sevinci örselenmiş, yaratıcılığı sakatlanmış, düşünme yeteneği körelmiş koca bir böcek gibi çökmüş müyüz acaba toprağın üstüne?
Bir böceğin zavallı, tekdüze, tekrarlara dayalı hayatını mı yaşıyoruz?
Neredeyse yüz yıldır hiçbir çözüm bulmadan hep aynı sorunları yaşamamız bir böceğin sıkıntılı yaşamını anımsatmıyor mu?
Bilimin, sanatın, felsefenin hatta bunlara kıyasla elde edilmesi çok daha kolay olan hukukun, demokrasinin, özgürlüğün başkalarına, insan gibi yaşayanlara ait olduğunu iç kanatıcı bir umarsamazlıkla kabullenmemiz aynı zamanda bizim o insanlara dahil olmadığımızı, başka bir türün parçası olduğumuzu da göstermiyor mu?
Ve düşünüyorum da...
Bir sabah altmış milyon insan olarak uyansak dünya neler kazanırdı?
Biz neler kazanırdık?
Bir sabah altmış milyon insan olarak uyansak ve altmış milyon insan gibi insanlara ait bütün iyi şeylerin bizim de hakkımız olduğunu gür bir sesle söylesek acaba kimler böceklere dönüşüp gizlice yer altında kaybolurdu?
Ah bir sabah uyansak ki...
(Ahmet Altan’ın kısaltılmış yazısıdır)