Güneydoğu’da yeni bir "kampanya" başladı. Diyarbakır Jandarma Komutanlığı 600 kürtçe isme dava açılması için savcılığa başvurdu.
Biz devlet olarak böyle uygulamalara 15 yıl önce karşıydık.
Todor Jivkov döneminde Bulgaristan’da yaşayan Türklerin isimleri zorla değiştirilip Bulgar isimleri veriliyordu. O zamanlar müthiş bir insan hakları kampanyası yürütülmüştü.
Aziz Nesin de "Bulgaristan’da Türkler, Türkiye’de Kürtler" kitabıyla bu kampanyaya katılmıştı. Üstad DGM’de yargılandı, beraat etti.
Aradan 15 yıl geçti. Bulgaristan’da Türkler hükümete temsilci veriyorlar. Biz ise aynı yerde saymaya devam ediyoruz.
***
Bir anı... 12 Eylül döneminde Antalya’da yaşayan bir Çerkes ailenin erkek çocuğu dünyaya gelmişti. Baba nüfus müdürlüğüne gitti. Oğlunun adını "Guspa" olarak yazdırmak istedi.
Memur "bu isim Türkçe değil" deyince genç baba şöyle yanıtladı:
- Biliyorum, ben de Türk değilim ki...
- Nesin?
- Çerkes.
İmza verme, mahkeme açma hakkı gibi ayrıntılar tamamlandı. Bebeğin adı "Guspa" olarak kütüğe yazıldı. Yani Adige dilinde "kalbimin delikanlısı" olarak tescil edildi.
Eğer ağaca çıkmak istiyorsanız, yıldızlara çıkmaya niyet edin, başarırsınız.
Nasreddin Hoca , eşeğine ters binmiş bir vaziyette Boğaz Köprüsü’nün Anadolu yakasından Avrupa yakasına geçiyormuş.
- Hayrola Hoca , demişler, nereye böyle?
Hoca :
- Valla, demiş, Avrupa’ya gidiyorum; ama gözüm Asya’da!...
Samsun’daki sivil toplum örgütleri, gereksiz mobil santral inşasına karşı ayağa kalkıyor. Bugün Atatürk Kültür Merkezi’nde Prof. Nazmi Polat’ın "Mobil santral ve çevresel zararları" konulu bir konfe- ransı var. Yarın saat 12’de ise Tekkeköy şehir meydanında miting düzenleniyor. Sorumluluk duyan bütün Samsunlular davetli... Bu arada Doğayı Koruma Derneği’nin broşüründen durumun özeti:
"... Bunlara Dünya literatüründe sömürge tipi santral denmekte... Hem bizi zehirleyecekler, hem de bizim vergilerle birilerini zengin edecekler..."
Samsun halkı "icraat" görüntüsü altında "fırıldak yaparım para kaparım" oyunu oynayanlara karşı soylu bir karşı çıkışın hazırlığında.. Başarılar...
Emekli öğretmen Nurhayat Güney’e doktoru "seroxat" adlı ilacı yazdı. ilacın kutusunda 14 tablet vardı. Doktor günde yarım tablet vermişti. On beş gün sonra kontrole gittiğinde, günde 1 tablet alması gerektiğini öğrendi. Haliyle ilaç bitti. Yeni reçetesiyle eczaneye gittiğinde, eczacı Nurhayat Hanım’a dönerek dedi ki:
- İlacı henüz bitirmemişsiniz!
- Nereden biliyorsunuz?
- İlk ilacı alırken bilgisayara böyle girilmiş. Günde yarım tablet. 28 günde bitecek. Siz daha 23. gündesiniz.
Devlet merkezi sistemle eczaneleri birbirlerine ve kendine bağlamış. Emekli bir hastanın ilaçlarını yarım tabletini bile günlük olarak takip edebiliyordu.
Emekli memurun suistimal ihtimaline karşı bu kadar gelişmiş kontrol sistemi uygulayan devletin bankaları nasıl "habersizce" boşalabiliyor?
İstanbul’da ev ve bahçe ürünlerinin satıldığı Bauhaus adlı dev alışveriş merkezleri var. Almanya kökenli bir kuruluş olan Bauhaus’ta yüzlerce çeşit eşya arasında çiçek saksıları dahi görebiliyorsunuz. Bildiğimiz toprak saksı... Yalnızca üzeri biraz daha parlak ve bizim saksılara göre biraz daha hafif. Fiyatları 5 milyondan başlıyor büyüklüğüne göre 40 - 50 milyon liraya kadar çıkıyor. Halkımız bu saksıları alıp içine çiçek dikiyor.
İmdi.. Çiçek saksısında bile Avrupa kalitesini tutturamamışsak... Eloğlu en ilkel ev eşyasını getirip Türkiye’de pazarlayabiliyorsa...
Gümrük Birliği antlaşmasına imzamızı atmış, ipe boynumuzu uzatmış, AB’ye yük olmadan AB’nin pazarı haline gelmişsek...
Eloğlu bizi niye üyeliğe alsın. Almaz... 20 milyon işsizi, yüzde 70 enflasyonu, 2100 dolarcık milli geliri olan ülkeyi sırtlaması için ne sebep var. AB bizi almaz.. Ama bu bizim uygarlaşma, demokratlaşma, çağdaşlaşma çabamıza engel değil. Aklımızı başımıza alalım. Adam olalım.