Sevgili
Altan Erbulak'ın aramızdan ayrılışının 12'nci yılıydı dün... Özlemle anarken O'nun bir askerlik hatırasını anımsadık...
      ...Askerliğini Erzincan'da yapıyor
Altan... Beş günlük izin koparmış. İstanbul'a gidecek, çıkıp Beyoğlu'na demlenecek... Bölükte çok sevdiği arkadaşlarından biri,
Altan'ı uğurlarken rica ediyor:
     Â
- Meyhanede benim için de bir bardak bira ısmarla. Ve yere dök...      İstanbul'a varır varmaz, hiç soluklanmadan bir arkadaşıyla buluşup Beyoğlu'na çıkıyor
Altan... DosdoÄŸru Orman Birahanesi'ne...
     Â
- Üç bira bize.. Sonra ufak tefek bir şeyler de getir...      İki kişilik masaya neden
"üç" bira istendiğini sormuyor garson... Gidip getiriyor... Ve
Altan bir elinde asker arkadaşının bardağı, ötekinde kendi bardağı;
"dostlukların şerefine" kaldırıyor. Bardaklar tokuştuktan sonra asker arkadaşına ait bardağı, tam onun istediği gibi yere boca ediyor...
      (Bundan sonrası
Altan'ın anlatımıyla:)
      "...Arkadaşımın beyaz, sarı köpüklü gözyaşlarıydı bunlar. Hadi biri kızsa ya! Biri bir laf etse ya!.. Yay gibiyim. Bütün dünya ile savaşabilirim... Az sonra garson çıkıp geldi. Elinde bir teneke, bir de süpürge var. Tenekedeki ince talaşı, yerdeki bira ıslaklığının üzerine serperken:
     Â
- Uzakta bir arkadaÅŸ var galiba, dedi,
nasıl olsa kavuşursunuz, bir bira daha getireyim mi onun için?..Van'a ilgi çağrısı
      Doktor okurumuz
Demet Hanım yazıyor...
      ...Bir sempozyum nedeniyle 20 - 23 Nisan tarihleri arasında Van'daydım. Bu ilk seyahatimde her ne kadar sürenin kısıtlılığı nedeniyle Van ve çevresinin çok az bir kısmını görebildiysem de bölgenin hem doğasına hem de tarihi ve kültürel özelliklerine hayran kaldım...
      Doğa erozyon nedeniyle yer yer yılgın ve yorgun olsa da, çılgınca çiçek açmış badem ağaçlarıyla güçlü ve ümitli, ovaları ve dağlarıyla görkemliydi... Köyler çok özensiz ve yalnız; insanlar çok yoksul, eğitimsiz ama çok sıcacıktı... Bu arada size dikkatimi çeken iki konuyu aktarmak istiyorum...
      1) Günübirlik İshak Paşa Sarayı'nı görmek için Doğu Beyazıt'a doğru giderken yolda gördüğümüz o yoksul ve ıssız köylerin evlerinin hemen hepsinde
"çanak anten" vardı. Bu gelişmeye (!) pek sevinemedim. Çünkü TV aracılığıyla dünyadan haberdar olmak köylülerin yaşamlarını, köylerin görüntülerini değiştirmeye katkıda bulunmamıştı. En azından evlerinin önüne bir badem ağacı dikmemişlerdi... Bir arkadaşım bu manzara karşısında
"Bu insanların dünyadan haberleri var ama dünyaları yok" deyiverdi.
      2) Urartu uygarlığına ait 40 bini aşkın eserin Van Müzesi'nde bulunduğunu turistik bir broşürde okuyunca büyük bir heyacanla müzeye gittim... Ancak eserlerin çok büyük bir kısmının depolarda saklandığını öğrendim. Görebildiklerimse bir salonu ancak dolduruyordu. Eserler depolarda saklı tutulurken müzenin üst katında birtakım iskeletler sergileniyordu. Bu iskeletlerin 1915 yılında
"Ermeniler tarafından katledildikleri" söylenen Türklere ait olduğu kaydedilmişti. İngilizce ve Türkçe yazılmış olan açıklayıcı (!) metinlerdeki üslupsa son derece duygusal ve propoganda kokuluydu. Müzeyi gezen yabancılar nezdinde hiçbir inandırıcılığı olamazdı.
      Sözün kısası Van'ın ve Van Müzesi'nin desteğe, ilgiye ve sevgiye ihtiyacı var diye düşünüyorum.
Töre farkı!..
      MHP Genel Başkan Yardımcısı
Şevkat Çetin, Anayasal hakkını kullanarak cumhurbaşkanlığına aday olan
Sadi Somuncuoğlu'na yapılan saldırıyı
"töre" gerekçesiyle izah etmişti, anımsarsanız... Fazilet Partili yöneticiler de haklı olarak böyle bir gerekçenin asla kabul edilemeyeceğini, bir insanın yasal haklarını kullanmasının
"töre" gibi bahanelerle engellenemeyeceğini söylemişlerdi.
      Aradan çok değil, birkaç gün geçti... Aynı Fazilet Partili yöneticiler, parti genel başkanlığına adaylığını koyan
Abdullah Gül'ü adaylıktan vazgeçmeye
"ikna!" edemeyince
Oğuzhan Asiltürk vasıtasıyla kendi
"töre"lerini açıkladılar:
     Â
"Abdullah Gül'ü desteklerseniz ahiretiniz yanar!"      Töre, aynı töre... Birinde kaba kuvvet, ötekinde manevi şiddet!
      Demokrasi anlayışları arasındaki fark işte bu kadar.
      Al birini vur ötekine...
Cihan Demirci'den LAFORÄ°ZMA
      FP'li Asiltürk, "Gül'ü seçerseniz ahiretiniz yanar" demiş... Sanki ahiret kapısında bileti o kesiyor!..
Stad yaÄŸmuru...
      Stadlarda yağmursuz günlerde de yağmur yağıyor artık... Çatapat, bozuk para, şişe suyu, taş ne varsa rakip futbolcu ve hakemlerin üzerine yağdırılıyor. UEFA kurallarına göre bunların yüzde 1'i bir takımın stadının kapatılmasını, hatta ligden ihraç edilmesini gerektirir. Ancak bizim eyyamcı federasyon bu olayları üç beş milyon ceza ile geçiştiriyor. Böylece olayları teşvik ediyor. Amaç kulüplere şirin görünüp koltuk saltanatını sürdürmek... Bu ucuz amaç uğruna futbolun spor olmaktan çıktığını, stadların büyük olaylara gebe olduğunu görmezden gelen eyyamcı federasyon bakalım ne zaman uyanacak?
Muzip öğrenci...
      Cebinizdeki parayı ikiye katlamak ister misiniz?
      Telefonda bu soruyu soran muzip öğrenci okurumuz:
      - Kim istemez?
      yanıtını alınca hemen yol gösteriyor:
     Â
- O zaman cüzdanınızdaki kağıt paraları çıkartarak teker teker ikiye katlayıp yeniden cüzdanınıza yerleştirin...Yaşasın istatistik!
      Hürriyet'in dünkü manşetiydi... Dünya Bankası, Türkiye'nin son 33 yılda ortalama yüzde 4,3'lük büyüme hızıyla dünyanın en hızlı büyüyen 7'nci ekonomiye sahip olduğunu açıklamış. 35 yıl önce milli geliri bizimle eşit olan Yunanistan'ın bugün 12 bin dolar ortalama milli gelire sahip olduğu yazılıp çiziliyor. Nasıl oluyor da biz onlardan daha hızlı büyüdüğümüz halde onlar bizi dörde katlıyor?.. Gelin de akıl erdirin!.. Derken aklımıza bir anımız takıldı.
Hüseyin Baş dostumuz 1970'lerde TSİP adayı olarak seçime girmişti. Seçimden sonra sonucu sorduk:
"Oylarım yüzde 100 arttı" dedi...
      - Ne oldu?
     Â
- Geçen seçimde bana 2 oy çıkmıştı, bu defa 4 oy çıktı...       İstatistik bilimi her an her durumda mucize yaratabilir.
Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr