CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün kaçırılması elbette danışıklı dövüş olamaz, ama buna belki dostane bir kaçırma denebilir... “Bana karşı tehdit yoktu, son derece anlayışlı bir yaklaşım vardı”, diyor Hüseyin Aygün... Tesadüfi bir kaçırma olmuş anlaşılan. Bahoz Erdal kaçırıldığının ertesinde telsizle aramış:
- Her türlü güvenliğini sağlayın en kısa zamanda serbest bırakın, demiş...
Doğan Haber Ajansı muhabiri, Türk güvenlik güçlerinin telsizleri dinlediğini, Aygün’ün o gün serbest bırakılacağının telsiz mesajlarından anlaşıldığını anlattı ekranda...
PKK militanları anlaşılan yerlerinin tespit edilme korkusu olmadan telsizle haberleşiyor.
Yol kesip kaçırdığı kişiyi iki gün misafir ettikten sonra, hemen hemen aynı yerde salıveriyor.
Yakalanma korkusu yok. Anlaşılan öyle bir tehlike de yok!
Hüseyin Aygün olayı PKK adına iyi propaganda oldu...
Meğer Emniyet Genel Müdürlüğü 81 ilin Emniyet Müdürlüğü’ne bir süre önce bir yazı göndererek; PKK’nın özellikle Doğu ve Güneydoğu Bölgesi’nde alan hakimiyeti yaratmak için AKP, CHP ve MHP’li milletvekillerini kaçırabileceği uyarısında bulunmuş... Ayrıca bir bakanın da adı verilerek bu yönde çok duyarlı ve dikkatli olunmasını istemiş...
Başbakan Erdoğan’ın CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün’ün kaçırılmasının ardından yaptığı ilk açıklamadaki; “Bunlar beklediğimiz şeyler” ifadesi de bu yüzdenmiş...
Böyle bir bilgiye rağmen Hüseyin Aygün neden korunamadı?
Tunceli - Ovacık karayolunda 56. kilometrede 6 Ağustos’ta bir müteahhit kaçırılıyor... Aradan 6 gün geçmeden bu defa 12 Ağustos’ta 35.kilometrede Hüseyin Aygün kaçırılıyor... Aygün’ün kaçırıldığının ertesi günü teröristler, yine aynı bölgede müteahhiti salıveriyor.
Sormak gerekir... Kaçırılan müteahhit aranırken ve bölge milletvekillerinin kaçırılacağı yönünde bilgi mevcut iken ikinci bir eylem nasıl gerçekleşebildi? Şemdinli’ye gönderilen CHP heyeti içinde yer alan Milletvekili Mehmet Şeker dönüşte bizimle şu gözlemi paylaşmıştı:
- Karakollarımız genelde kendi içlerine kapanık. Çevreyle sosyal ilişkileri
PKK hedef yükseltiyor... Ben senin vekilini kaçırırım, saklarım, bulamazsın, mesajı veriyor. Yurdun bazı bölümlerinde seyahat hürriyetinin kalmadığını anlatıyor.
PKK’nın destekçi ülkeleri tarihte görülmemiş ölçüde çoğaldı. Suriye’ye çullanmamız ve Malatya’ya füze radarı yerleştirmemizle birlikte Suriye, İran, Irak, Rusya vaziyet aldı. Barzani zaten gözümüzün içine baka baka PKK’yı destekliyor.
Şimdi hep birlikte terörü bize karşı siyaset olarak kullanıyorlar.
PKK o yüzden her zamankinden daha güçlü ve pervasız...
Örgütün beyni Kandil’de... Ancak bırakın Kandil’i, siz sınırdan başınızı uzatıp dibimizdeki PKK kamplarına bile dokunamıyorsunuz.
Karakollarımızdaki güvenlik güçleri sadece kendilerini savunmaya çalışmakta.
Ertuğrul Özkök, ciddi hastalık geçiren sanatçı Berkant’a geçmiş olsun yazısı yazarken ona bir nişane olarak “Samanyolu’nu milli marş” yapalım önerisinde bulundu.
İstiklal Marşımızdaki söz ve müzik uyumu bozuklukları malumdur. Ancak melodisi güzeldir de. Pek söylemeye dilimiz dönmese de çalınırken gözlerimiz yaşarır, göğsümüz kabarır. Yani onu terk etmemiz için vakit çok geçtir...
Gelelim Sadun Tanju’nun “Adnan Saygun’larda Çay Sohbeti” adlı yeni ve duygulu kitabındaki bir öyküye... Değerli bestecimiz Adnan Saygun marşın serüvenini anlatıyor:
- 1921 yılında birçok besteci, o arada İsmail Zühdü oturup Akif’in şiirini besteliyor... Başarılı bir beste, bakın okuyayım size...
Adnan Saygun okuyor... Sadun Tanju beğeniyor...
İsmail Zühdü’nünkinin yanında Ahmet Yekta ve Ali Rıfat Beylerin de besteleri vardır.
İstiklal Marşı 7 - 8 yıl çeşitli bestelerde okunuyor. Sonunda Cumhurbaşkanlığı Orkestrası Şefi Zeki Üngör’ün nüfuzunu kullanmasıyla emir çıkıyor onun bestesine dönülüyor.
Hatay’ın Yayladağı İlçesi’ndeki çadırkentte barınan Suriyeliler, kapıda kimlik soran polis memuru Mehmet Adsan’la tartışıyor, o sırada belindeki tabancasını gaspederek memuru kolundan yaralıyorlar. Ayrıca iki polis memurunu da sopayla yaralıyorlar.
Suriyeli saldırganlar daha sonra kampta izlerini kaybettiriyor.
İnsan sormadan edemiyor... Kimdir iki günün biri olay çıkaran bu sığınmacılar?
Bu kişiler eğer savaş ve baskıdan kaçarak Türkiye’ye sığınmış masum kişiler olsa, olay çıkartmaktan kaçınırlardı. Oysa her türlü saldırganlığı sergilemekte sakınca görmüyorlar. Bu noktada soralım...
- Sığınmacılar kimlik sorulması üzerine neden olay çıkartıyorlar?
- Bu kişiler kampa alınırken nasıl bir süzgeçten geçiriliyor?
- Bu kişilerin PKK veya El Kaide militanı ya da Esad’ın veya İran’ın ajanı olmadığını nereden biliyoruz?
Diyorduk ki “Terör örgütü silah bırakmadan atılacak her adımı karşı taraf taviz olarak algılar. Daha fazla taviz için daha fazla bastırır. Eğer terörü önlemek istiyorsan önce terör örgütünü tasfiye edeceksin...”
Bir meslektaşımız dün diyor ki:
- İktidar barış adımları atarken savaş diyordunuz... Şimdi savaşıyor, bu defa da şehit hesabı yapıyorsunuz... Madem savaş istiyorsunuz o zaman şehitleri de olağan karşılayacaksınız...
Doğru mu bu muhakeme? Hayır... Terör örgütüyle mücadeleyi en başa almak gerekirdi. Bunu yapmayıp ucu açık açılımla, Oslo pazarlığıyla, taviz vaatleriyle karşı tarafta beklenti yaratmak ve beklentiyi karşılayamamak terör örgütünü azdırmıştır. Buna bir de Suriye açılımımız eklendi. Suriye ve müttefikleri de PKK’yı kışkırtmaya başladı. Muhtemelen silah da veriyorlar.
Bizim devlet ne yapıyor?
Avlanmayı bekliyor...
Terör örgütüyle savaş söz konusu değil. Askerimiz karakollarda canlı hedef olarak bekleşiyor. Terörist sınırdan gelip vuruyor, kaçıyor. Siz sınırı aşamıyor, terör yuvalarına darbe vuramıyorsunuz. O yüzden ortada savaş yok, avlanma var. Dün yazdık. Sınırımızın hemen dışında PKK kampları capacanlı duruyor. Sınırın 5 kilometre dışındaki PKK
PKK sınırdan geliyor, vuruyor, çıkıyor; yine geliyor yine vuruyor, yine çıkıyor; siz ise sınırın ötesine geçemiyorsunuz. Onlar terörist siz ABD dostu bir devletsiniz hesapça. Ancak onlara ABD tarafından tanınan sınır ötesi operasyon özgürlüğü size tanınmamış. Ve siz bu acı duruma şehit vererek katlanıyorsunuz... Şemdinli ve Hakkâri’de inceleme yapan CHP heyeti üyelerinden Alaattin Yüksel diyor ki:
- PKK’nın Hakurk ve Haftanin kampları sınıra çok yakın, oraya kaçıyorlar sonra dönüp yeniden eylem yapıyorlar...
Aynı heyette yer alan CHP Gaziantep Milletvekili Mehmet Şeker:
- Bize sınırın hemen yakınında 7 - 8 PKK kampı bulunduğunu anlattılar, diyor telefonda, hatta Yiğitler Mezrası’nın muhtarı PKK’nın kendisini kaçırıp 5 kilometre ötedeki kampta sorguladığını bile söyledi...
Kandil’i temizlemek ne kelime... Türkiye sınırın hemen yanı başındaki PKK kamplarına bile dokunamıyor...
Başbakan Erdoğan zaman zaman Irak Başbakanı Maliki ile söz düellosuna giriyor...
Ancak bu düello genellikle Irak’taki Sünnilerle Şiilerin arasındaki sorunlarla ilgili oluyor...
Bundan 2.5 yıl önce... Kendisinin alkol ve borç batağına düşmüş bir asker olduğunu belirten kişi, polise isimsiz bir ihbar maili gönderiyor.
İddiaya göre, üst rütbeli askerleri Vira, Dilara ve Gül isimli 3 hayat kadını ile tuzağa düşüren karanlık kişiler, onların uygunsuz görüntülerini çekerek eşlerine göstermekle tehdit ediyor ve onların devletin güvenliğine ilişkin belge temin etmesini sağlıyorlardı. Bu imzasız mektup üzerine soruşturma başlatılıyor, evlere baskınlar yapılıyor, 16’sı tutuklu 56 sanıklı davanın temeli böyle atılıyor.
Özel görevli medya günlerce “Tarihin en büyük casusluk şebekesi yakalandı” diye haber yapıyor...
Aradan iki buçuk yıl geçiyor... Savcı Celal Kara tüm sanıkların şantaj ve casusluk suçlarından beraatini istiyor. Geçen hafta sonu yapılan son duruşmada tüm sanıklar tahliye ediliyor.
Bu asılsız ihbarı yapan kimdi peki? Soruşturma neden daha sağlıklı yapılmadı? Meçhul!
Şimdi İzmir’de yine isimsiz bir ihbarla başlatılan bir şantaj ve casusluk soruşturması var... Çoğunluğu subay olmak üzere 85 kişi daha tutuklu... Akla hemen şu soru geliyor...
Orduda şu anda tutuklanma korkusu duymadan görev yapan subay var mıdır?