İfade özgürlüğü, söylemeye dahi gerek yok, özgürlüklerin temelidir...
Demokrasinin başlıca ilacıdır.
Falih Rıfkı Atay, “Taymis Kıyıları” adlı kitabında yazar...
Birinci Dünya Savaşı’nda açlar Londra’ya doğru yürüyüşe geçince hükümet tedbir olarak Hyde Park’taki serbest kürsülerin sayısını çoğaltmış...
Öfkeli kitleleri sakinleştirmenin çaresini onlara daha çok ifade kolaylığı sağlamakta görmüş.
Susturmak değil daha çok konuşturmak... Özgürlüğü çoğaltmak...
Toplumun öfkesini dindirmenin başlıca yolu budur...
Acaba Türkiye’de de bir Hyde Park var mı?
Sık sık sözü edilen “Kürt sorunu”, “Eşit vatandaşlık” gibi ifadeler üzerine bir vatandaş merakını dile getiriyor:
Kürtlerin ne sorunu var?
Kürtler Batıya göç mü edemediler?
Batıya geçerken kendilerinden pasaport mu istendi?
Cumhurbaşkanı, bakan, milletvekili mi olamadılar?
Vali, kaymakam, hâkim, savcı, mühendis, subay mı olamadılar?
Kamuda istihdam mı edilmediler?
Belediyelerde işe mi alınmadılar? İhalelere mi giremediler?
Neredee o eski ramazanlar, iç çekişi şimdilere mahsus değil...
Ahmet Rasim, 1920’lerdeki yazılarında aynı özlemi dile getirir... Gelen her yeni ramazan eski ramazanları aratır... Çünkü zaman hızlandıkça ramazan keyfine ve kültürüne ayrılan vakit azalır... Ahmet Rasim, “Ramazan Karşılaması” adıyla yayımlanan yazılarında (Arba Yayınları) hoş öyküler anlatır. İşte bir tanesi...
Adamcağızın biri evlenmeye niyet etmiş, niyet etmekle beraber bir eve lazım olan şeker, pirinç, yağ, soğan, tuz, kahve velhasıl boğaz nevalesi türünden bir haylisini almış. Nikah olup bitmiş, üçüncü günü mesela beş okka şeker getirmiş. Kadın, gayet saf, her sözü manası manasına anlarmış demiş ki:
- Efendi, kilerde daha okkalarca şeker var idi. Neye aldın?
- Ramazan için...
Ertesi gün bir okka kahve getirmiş, kadın yine:
- Daha iki üç okka kahvemiz var idi...
- Bu da Ramazan’ın! Kadın bir gün pencereden kafes altında bakınıp dururken sokakta iki kişiden birinin diğerine:
Petkim şirketinin efsane genel müdürlerinden Kenan Yavuz, bu kamu kuruluşunu ayağa kaldırırken benzer işletmelere örnek olmuş, iş aleminin yıldızları arasına girmişti.
Kenan Yavuz yönetimdeki başarılarını “Bir Sahiplenme Hikayesi” adlı kitabında anlatıyor. Mesela... Bir gün imzaya bir kağıt getirirler...
- Nedir bu?
- Efendim yaş meyve ve sebze ihale sözleşmesi.
Kenan Yavuz sözleşmedeki fiyatlara bakıyor... Ardından çarşıya inip manavlardaki fiyatları gözden geçiriyor... İhale sözleşmesinde şeftalinin kilosu 800, domatesin kilosu 300, karpuzun kilosu 500 liradır.
Manavlarda ise aynı ürünler üçte bir fiyatına satılıyor.
İlgili müdüre bu rezaletin sebebini soruyor. Müdür:
- Efendim yapacak bir şey yok, diyor, biz kamu ihale kanununa göre ihaleye çıktık, üç adet teklif geldi, en uygun teklif bu... İmzalamak zorundasınız...
Futbolu bilmiyoruz.
Bilmediğimizi de bilmiyoruz.
Çağdaş futbol bizim sandığımızdan başka bir şey aslında.
FB - Glasgow maçını izledik. Ardından spor yorumlarını izledik.
Bizim futbolcuların teknik kapasitesi daha üstünmüş!
Takımlarımız daha kaliteliymiş.
Ama yenilgide yanlış kadro teşkili, antrenör hatası falan rol oynuyormuş.
Şunları göremiyor muyuz?
Genç bir aile... Biri 6, diğeri 8 yaşında okula yeni başlayan iki çocukları var... İstanbul’un Eyüpsultan semtinde yaşıyorlardı, Kırklareli’ne taşındılar. Bir yıldır oradalar. Kırklareli sakin, uygar şehir. Soruyoruz:
- Nasıl sevdiniz mi yeni şehrinizi?
- Evet karı koca biz çok memnunuz, dediler...
- Peki çocuklar?
- Onlar İstanbul’u istiyor...
- Neden?
- Burada AVM yok, diyorlar, eğlenecek yer olmadığı için sevmiyorlarmış...
Biz çocukken doğayı severdik... Şimdikiler AVM seviyor...
“Kırlardan Gelecekler” adlı kitap iki araştırmacı gazeteci tarafından derlenmiş tarım yazılarından oluşuyor. Hazırlayanlar, Özge Güneş ve İlkay Öz...
Türk tarımının dertleri, sorunları, tıkanma noktaları, gıdamıza yansımaları, beslenmemize etkileri... Kitap bu konulara yoğunlaşıyor.
Acaba 85 milyonun karnını doyuran ama kendi karnını doyuramayan çiftçi psikolojik olarak ne durumdadır? Yarınlara nasıl bakar?
Kitaptan okuyalım:
“Çiftçiler var olan ekonomik ve ekolojik kriz koşullarında son derece umutsuzlar. Geleceği göremiyorlar. Çocuklarına çiftçiliği önermiyorlar. Bu durum onlarda bir depresyon yaratıyor. Hasta olan ve hastalığının neden kaynaklandığını bilmeyen bir insan düşünün. Hastalığının nedenini ve bazı tedaviler ile iyi olacağını öğrenirse morali düzelir. Çiftçi de böyle. Bir gelecek görmesi gerekiyor. Görürse daha iyimser olur ve çabalarını arttırır. Şu anda tarım politikasını yönetenler hiçbir gelecek önermiyorlar. Ama muhalefet de ciddi bir gelecek vizyonu ortaya koymuyor.”
Çiftç
Abdullah Öcalan’ın “PKK’nın feshi ve silahların bırakılması” çağrısı hangi tartışmalarla sürecek?
Bu konuda iktidar ilk gün ortaya koyduğu çizgiden sapmıyor:
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve MHP Lideri Devlet Bahçeli gibi, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç da, 1 Mart’ta gazetelerde yer alan demecinde aynı kesin tonda konuşuyor:
“Bir pazarlık süreci yok. Hukuk devleti pazarlık yapmaz. Ya silâh bırakacaklar ya silâhları ile gömülecekler.”
Peki örgütün feshi çalışmaları nasıl ilerleyecek?
Kandil’dekiler, Öcalan’ın açıklamasına uyacaklarını ifade ederken şu şartı koşuyor:
“Başarı için demokratik siyaset ve hukuki zeminin de uygun olması gerektiğinin altını çizmek istiyoruz… Parti kongresini toplamak için hazırız. Ancak bunun gerçekleşebilmesi için uygun güvenlikli ortamın oluşması ve kongrenin başarısı için de Önder Apo’nun bizzat yönlendirmesi ve yürütmesi gerekir…”
Anlamı, Öcalan serbest kalsın, süreci o yönetsin.