Önceki gün bizim gazetenin manşetinde çok önemli bir haber vardı..
Damla Güler’in haberi..
Savcılık boru soruşturması başlatmış..
Hani Poyrazköy’de bulunan silahlar vardı ya.. Ta 2009’da..
O günlerde;Topraktan silahlar fışkırıyor başlıkları atılmıştı..
Yedi yıl sonra savcılık bir kez daha silahları koyanların peşine düştü.. Ama şüpheliler bu kez farklı..
Darbe yapmaya hazırlanan emekli askerler değil..
Emekli askerlere kumpas kuran polisler..
Sanıklar sonunda beraat etti ama ömürlerinden beş yıl gitti.. Beş yıl hapis yattılar.. Beş yıl boyunca o silahları kendilerinin koymadığını anlatamadılar..
Kanıt yoktu, tanık yoktu, delil yoktu..
Ama kanıta, tanığa, delile bakan yoktu..
Sadece bu davada değil, bütün büyük siyasi davalarda durum aynıydı..
Sanıklar beraat ettiğine göre o silahları oraya başka birileri koymuş..
Büyük ihtimalle silahları bulan polisler!.
Kendi kafalarına göre hareket etmediklerine göre, emri kim vermiş?
O polislerin bulunması bu sebeple önemli..
Soruşturmanın savcısı ne olacak?
Tutuklama kararı veren hâkim.. Delil, kanıt, belge olmadığı halde tahliye etmeyen hâkimler..
Ne olacak?
Türkiye,polis-savcı-hâkim üçlüsünün vatandaşa tezgah kurduğu bir dönemi yaşandı..
Türkiye, iddia makamının değil, suçlananın suç işlemediğini kanıtlamak zorunda olduğu yılları gördü..
Türkiye,mahkemelere olan güvenin sıfırlandığı günlerden geçti..
Hâlâ öyle..
Yargıya güven yok..
Bu durumdan çıkmanın yolu, bu duruma yol açanlarla hesaplaşmadan geçiyor..
Tabii ki; tarafsız ve adil yargılamayla..
Onların yaptığını onlara yaparak değil!..
Sertliği ne kadar çok seviyoruz?
Sert çıktı..
Sert dille eleştirdi..
Sert sözler..
Sert uyarı..
Sert tavır..
Sert açıklama..
Bir sertliktir gidiyor.. Bir şeyin önemini anlatmak için sığındığımız en önemli kelime bu..
Veya önemli kılmak için..
Anında sert sıfatını yapıştırıyoruz..
Sanki siyasetçinin dili sert olmasa söylediği önemsizleşecekmiş gibi bir hal var..
Şu da var.. Siyasetçi sakin sakin anlatsa da, sakin sakin uyarsa da biz sertleştiriyoruz..
Sadece siyasetçiye yapmıyoruz..
Spor adamlarının sözlerine sert vurgusu yapıyoruz, bir sanatçının eleştirisine de..
Sanki yumuşak konuşmak ayıpmış gibi.. İşe yaramazmış gibi..
Değerini düşürürmüş gibi..
Hal böyle olunca memlekette gerginlik eksik olmuyor..
Siyasetçi sert, sporcu sert, spor adamı sert, sanatçı sert, öğretmen sert, öğrenci sert, herkes sert..
Sert olmasa da sert..
Sertliği ne kadar çok seviyoruz?
Rusya kriziyle birlikte sebze meyve fiyatları ucuzlayacak, emeklinin yüzü gülecek denirken tersi oldu..
Yüzde 40’a varan zamlarla sebze dar gelirlinin bir numaralı sorunu oldu..
Şöyle söyleyeyim..
Enflasyon yüzde 8.8 ya..
Gıdada iki katı..Yüzde 16 civarında.. Sebebi sebze..
Hal böyle olunca kameralar pazarlara yöneldi.. Fiyat tespiti, pahalılık, pahalılıktan şikâyet haber konusu oldu..
Pazarcı uzatılan mikrofona konuşuyor; domates beş milyon lira, biber dört milyon lire, salatalık üç milyon lira, vatandaş ne yapsın?
Alışveriş yapan yaşlı teyze dert yanıyor; Karnabahar dört milyon olmuş, pırasa üç buçuk milyon lira..
Böyle bir para var mı?
Yok..
2005 yılına girerken paradan altı sıfır attık; beş milyon lira, beş lira oldu..
11 yıl geçti; hâlâ milyon diyen çok!..
Ama halk ne yapsın ki.. Ülkeyi yönetenler bile yaptıkları yatırımları eski parayla anlatıyor..
Beş katrilyonluk yatırım yaptık.. (borçlar yeni parayla, yatırımlar eski parayla)
Böyle bir para yok!..Türkiye’nin böyle yatırım yapacak gücü yok!..
Galiba şu.. Eski parayla ifade edince daha havalı oluyor..
Siyasetçi beş milyarlık yatırım yaptık deyince iş küçülüyor.. Patlıcan dört lira oldu denilince el yakmıyor..