Denizlerin iki büyük ustası deyince kim olduklarını anladınız.. Sadun Boro, Necati Zincirkıran..
Biri 85, diğeri 84 yaşında.. 1964 yılından beri arkadaşlar.. İkisi de hâlâ yılın büyük bir bölümünü teknede geçiriyor.. Denize açılmadan yapamıyorlar..
Lafın kısası..
Deniz olmuşlar..
Nâzım Hikmet bir şiirinde..
Bulut mu olsam/ gemi mi yoksa?/ Balık mı olsam?/ yosun mu yoksa?/ Ne o, ne o, ne o/ Deniz olunmalı oğlum..
Der ya.. Boro da Zincirkıran da deniz olmuş..
*
Tanışmaları çok ilginç.. 1964 yılı, Zincirkıran Hürriyet gazetesinin Yayın Müdürü’dür.. Gazetenin sahibi Haldun Simavi odasına çağırır, Sadun Boro ile tanıştırır..
‘Bu arkadaş Sadun Boro, deniz âşığı, dünya seyahatine çıkmak istiyor, sana teslim ediyorum’ der..
Necati Zincirkıran bahriye mektebinde okumuştur, uzak yol kaptanıdır..
Dostluklarının temeli o gün atılır.. İki yıl, dokuz ay, üç hafta süren dünya turunun bütün etapları Hürriyet’te yayımlanır.. Gazete büyük tiraj alır..
*
Bu iki ustayla cuma akşamı yemekte buluştuk.. Sadun Boro iki aydır İstanbul’daymış.. ‘Sıkıldım, aşağıları özlüyorum’ diyor.. Bir an önce teknesine dönmek istiyor..
‘Teknede gazete yok, TV yok, radyo yok, dırdır yok’ dedi gülerek..
Doğa var, güzellikler var, hayat var..
‘Yılbaşına kadar Gökova’da teknede kalırım’ dedi..
Sonra?
Kayağa.. Biraz yurtdışı, biraz Uludağ, biraz Palandöken..
1943 yılından beri kayak yapıyormuş.. Telesiyej yok tabii.. ‘Tepelere tırmanır, aşağıya kayardık’ diye anlattı o günleri..
Ya İstanbul?
‘Trafiğe girince insanın içine korku giriyor’ dedi..
Biz de İstanbul’un trafik derdine girmeyelim dedik, Karayipler’e uzandık.. Daha doğrusu, Kenan Sönmez Karayipler’den yeni döndüğü için denize oradan daldık.. Muhabbete oradan başladık..
Galapagos Adaları’na 1964 yılında gittim diye söze başladı Sadun Boro; ‘Bir adada iki balıkçı teknesi, bakkal gibi bir şey vardı. 300 kişi yaşıyordu. 35 yıl sonra gittim, 15 bin kişilik kasaba olmuş.’
Oraları da mı bozuldu dememize kalmadı..
‘Tüm Pasifik bozuldu, Karayipler’de eskiden çok güzel kızlar vardı.’
Şimdi niye yok?
‘Hazır yemek’ dedi; ‘hazır yemekten hepsi duba gibi olmuş, kalçaları genişlemiş.’
Sadece bozulmamış, pahalanmış da.. Sadun Boro 1966 yılında Panama Kanalı’ndan 5-6 dolara geçermiş..
Şimdi iki bin dolar.. Bir ay sıra bekliyorsun..
*
O sıra masaya midye geldi.. Necati Zincirkıran ‘Eskiden Büyükada midye deposuydu’ diye söze başladık, kendi denizlerimize döndük..
‘Çuvalla toplardık’ dedi..
Şimdi yok tabii..
Çınarcık tarafında 1980’lere kadar iyi midye çıkıyormuş.. Midyeyi artık temiz sularda halatta yetiştiriyorlar.. Çamurlu suyun içinden çıkarsalar bile temiz ve akıntılı denizde midye kendini iki haftada temizliyormuş..
Peki, midye nasıl yenir?
Sadun Boro tabağına az miktarda tuz döktü, üzerine bolca karabiber.. Midyeleri banarak yedi..
Biz de denedik tabii.. Valla enfes oldu..
*
1960 yıllar, 1970 yıllar... İstanbul’un denizi temiz, bereketli..
Zincirkıran ‘Pendik açıklarında küçük bir ada vardı.. Pavli Adası.. Tersane yapılınca içinde kaldı.. Pavli Adası’nda tarak çıkardı’ diye anlattı o günleri..
Sadun Boro Bostancı açıklarında ıstakoza sepet attıklarını söyledi.. ‘Meyhanede ıstakoz yerdik’ derken kahkahayı bastı..
‘Peynire para verirsin, ıstakoz bedavaydı. Denizden çıkar çıkar ye.’
Söz ıstakoza gelince Zincirkıran bir anısını hatırladı.. Türkiye’nin ilk banka soyguncusu olan Necdet Elmas bir gün gazeteye bir paket yollamış.. Paketi kapının önünde teslim alan odacı içini açmış; canlı ıstakoz..
Korkmuş.. Elinden fırlatmış.. Istakoz doğru caddeye..
Zincirkıran; ‘Haber verdiler koşa koşa indim, cadde ıstakozumu yakaladım’ diye anlattı o günleri..
İstiridye de çıkar mıydı?
‘Ege’de hâlâ var’ dedi Sadun Boro..
Nerde var?
Yine kahkahayı bastı; ‘Babam gelse yerini söylemem.’
*
İki büyük ustayla sohbetimiz üç saat sürdü.. İkisi de yaşadıkları hayattan çok memnun.. Allah’ın özenle yarattığı dünyanın dört bir tarafını görmekten, doğayla yaşamaktan mutlu..
Masadan kalkarken Sadun Boro son noktayı şu sözlerle koydu..
‘Çocuklar, hayat çabuk geçiyor. İmkânınız varsa, yapmak istediklerinizi ertelemeyin. Dolu dolu yaşamaya bakın.’