Hafta sonu Jamie Oliver’la ilgili bir habere bakıyordum. Tanımayanlara, Britanya’nın en fazla yemek kitabı satan şefi ve yemek yazarı olduğunu söylemekle yetineyim. Restorancılık, yemek şovları ve diğer gelirleriyle birlikte 300 milyon sterlinlik bir ekonomiyi yönetiyor Oliver.
Britanya’da yemek kitaplarının çok satanlar listelerine girmesi yeni değil, ancak pandemi sonrasında satışlar iyice arttığından ve her gün yeni bir yemek yazarı çıktığından, şu aralar normalden daha hareketli yemek kitapları dünyası. Ve işin çapı büyüdükçe duyarlılıklar ve hassasiyetler de işin içine daha fazla giriyor.
Öğreniyoruz ki Oliver son yıllarda yemek kitapları ve tariflerini özel bir grup uzmana onaylatıyormuş ve bunda yalnız da değilmiş. Pek çok yemek uzmanı ve yazar artık bu konuya odaklıymış. Bu uzmanlar kültür danışmanları olarak tanımlanıyor. Ama asıl işleri yemek tariflerinin kültürel açıdan kimseyi gücendirmeyeceğinden emin olmak.
Bir nevi “kültürel alınganlık danışmanları” demeyi uygun buldum bu danışmanlara. Jamie Oliver yeni bir tarif geliştirdiğinde, bu tarif kimseyi gücendirir mi, etik olarak doğru mu yanlış mı, siyaseten doğruculuk kriterlerinin neresinde gibi konularda kendisine tavsiyelerde bulunuyorlar.
“Menemeni soğansız yapmışsın ey Jamie Oliver, biz Türkler mağdur olduk, bu bize hakarettir, kutsalımızla dalga geçmişsin” demesin diye birileri, işte bu danışanlara para ödeniyor.
Kültürlere saygısızlık olarak nitelendirilecek tariflerden çok korkuluyormuş. Çünkü gün geçtikçe insanlar daha hassas oluyorlarmış. Jamie Oliver “2000’lerin başında kitaplarıma koyduğum pek çok tarifini bugün artık öneremem” diyor. Haklı. Çünkü bugün içindeki baharat birileri için saygısızlık olabiliyormuş.
Tarifi çıktığı coğrafyadaki orijinal tarife uygun mu değil mi bunlara kadar incelemek gerekiyormuş artık. Yani “Ben bunu böyle yaptım, daha güzel oldu” döneminin sonu. Ve anladığım kadarıyla “Bana çok acı geliyor” demek de saygısızlık. Ya yanacağız ya da acısız Hint yemeği yemeyeceğiz çünkü birileri alınabilir, saygısızlık yapıyor olabiliriz diye düşüneceğiz.
Asya mutfağı ya da Afrika’dan esintiler, Karayipler’den bir kokteyl veya Ortadoğu’dan bir meze tarifi verdiğinizde kimleri gücendireceğinizi bilemiyorsunuz. Eskiden kimsenin umursamayacağı bu keyfi tariflerin de artık doğruculuk kriterleri çerçevesinde ele alınması gerekiyor demek ki.
Gordon Ramsay Mayfair’deki yeni restoranı Lucky Cat’i Asya mutfağı diye tanımladığı için çok eleştirilmiş. Asya denemezmiş buna, hibrit yani melez denmeliymiş. Asyalılar mağdur olmuş. Adam kendi restoranına ne isterse der, sen beğenmezsen gitme. Ama hayır. Mağdur oluyoruz.
MasterChef’te mesela jüri üyesi şeflerin Malezya asıllı yarışmacıya bir Malezya yemeği olan rendang’ın tarifini yapması “whitsplaining” olarak eleştirilmiş. Sosyal medyada ahali “Beyaz adam bize kendi yemeğimizi mi öğretiyor?” diye olay çıkarırken, Malezya Başbakanı da “Redang’ı çıtır yiyen hiç duymadım” diye Twitter’dan lafını sokmuş.
Ayıkla pirincin taşını. (Umarım pirincin taşından kimse alınmaz.)
Netice? Valla bence de olmayacak işler hakikaten var. Mesela ne bileyim peymacun insanlık suçudur. Lahmacuna döner döküp, sarımsaklı sosla dürüm yapan Alman Türklerini savunamam. Ya da sosyal medyada ha bire pilav kaşıklayan adama dava açılsa açılır yani pilava eziyetten. Ama kimse kimsenin yediğine karışmasa daha mutlu olurum. Bırakın bari sofrada içimizden geldiği gibi davranalım.
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024