Ahmet Kaya dokuz yıl önce 16 Kasım’da Paris’te hayatını kaybetti. Yarın ölüm yıldönümü. Peki ne için kovduk onu hatırlıyor musunuz? Ajda Pekkan’ın şu anda yaptığı için alkış aldığı şeyi yapacağını söylediği için
Kürt açılımına destek vermek için başbakanı aramak. Sahnede Kürtçe şarkı söylemek. Güneydoğu’da konserler vermek. Bunlar şimdi olabiliyor. Elbette takdir ediyorum.
Ama dilimin ucuna geliyor. Söylemeden de edemiyorum. Geç kaldınız...
Başbakanın “mozaiğimizdir” diye açıkladığı listede Ahmet Kaya adını görünce düşündüm ilk bunu. Moda olmadan, trend olmadan, herkes bunları yazıp çizmeye başlamadan, açılım devletin resmi politikası olmadan sesimizi yükseltseydik keşke. Ahmet Kaya Paris’te sürgünde öldüğünde onun için iki çift laf etseydik. Keşke şimdi açıklayanlar o zaman açıklasaydı mozaiği.
* * *
Bakın ben acayip bir Ahmet Kaya hayranı falan değilim. Yaptığı her şeyi, söylediği her sözü destekleyecek de değilim körü körüne. Ama kimse sarfettiği bir cümleden dolayı bu muameleye layık görülmemeli. PKK’ya yataklık ediyor diye suçlanıp sürgüne gitmeye zorlanmamalı. Kimse “kendi bildiği gibi seviyor” diye memleketini terk etmek zorunda kalmamalı.
Benim içimde yaradır bu. İnsan olarak alınıyorum. Ona yapılan hepimize yapılmış gibi geliyor bana. O “Kürtçe şarkı söyleyeceğim” dedi. Sizin cümleniz farklı olabilir. Moda olmayan, trend olmayan bir şey olabilir. Bundan 10 yıl sonra herkesin alkışlayacağı bir şey de olabilir. Fark etmez. Cümleyle sürgün olmamalı. “Sana mı dert oldu?” diyeceksiniz. Evet dert oldu.
O zamandan beri dert oldu. Acısı çıkmıyor.
* * *
Size bir olay anlatayım. Ege’de şahane kıyı kasabalarından birindeyim. 90’ların başı ve Güneydoğu’da kan gövdeyi götürüyor. Bir bar var. Ben o barda müzisyenim. O barda çalışan bir barmenimiz var. Adı Sezgin olsun. O Sezgin bıçkın bir delikanlı. İri yarı, aklı fikri vücut yapmakta, ona buna ayar çekmekte, delikanlılığın raconunu yazmakta falan... Aynı zamanda da badigart. Barda asayişi sağlıyor. Yandan kurt işaretiyle özdeş güzide partimizin de hararetli, heyecanlı bir mensubu. Gençlik kollarında çalışıyor, bol bol kafa tokuşturuyor...
Bu Sezgin komando imiş askerde, yeni dönmüş. Her gece kaç terörist öldürdüğünü anlatıyor böbürlenerek. Patlayan bombalar, basılan mermiler... Nasıl uyuz oluyorum, nasıl nefret ediyorum ondan bildiğiniz gibi değil. Şeytan diyor vur kafasına şu şişenin dibini oracıkta düşüp kalsın bu canavar. Ama yok öyle bir şey tabii. Karşımda iki metre boyunda bir komando var. Elimi kaldırana kadar boynumu kırar. Sezgin böyle.
Sezgin’i bir gece sabah dörtte gördüm. Uyku tutmadı, o güzelim sahilde yürürken müzik sesine doğru yöneldim bardan gelen. Arka kapıdan girdim. Baktım ışık yanıyor. Barda tek başına sırtı dönük Sezgin. Önünde bir kadeh rakı. Fonda bangır bangır Ahmet Kaya var. “Ne oluyor Sezgin, hayrola?” dedim...
Sezgin, hüngür hüngür ağlıyordu. Göz göze geldik. Bana “abi” diye hitap etmeye başladı. Anlatmaya başladı askerde yaşadığı travmayı... Bütün insani yanını bastırmıştı kimbilir ne kadar zaman. Şimdi Ahmet Kaya kilidi açmış, şifreyi çözmüştü. Bütün yaşadıkları gözünün önünden geçiyor, Sezgin karşımda hüngür hüngür ağlıyordu. Meğer gündüz böbürlene
böbürlene anlatırken dünyaya bütün
hikayesini, akşamları kendi kendine
Ahmet Kaya dinleyip ağlıyormuş Sezgin.
“Saçlarına yıldız düşmüş...” diyen
Ahmet Kaya’nın sesiyle kafama kazınan
bu tabloyu hiç unutmam.
Bu olaydan iki şey öğrendim. Bir; kimsenin göründüğü gibi olmadığını. İki; Ahmet Kaya’nın bu ülkenin temel taşlarından biri olduğunu. Evet, mozaikten bahsedeceksek o da var listede elbet. Ama yine de düşünmeden edemiyorum.
Geç kaldık, geç... Oh, söyledim rahatladım.
Pazar albümünüz
Space Oddity-David BowieDavid Bowie’nin 1969 tarihli artık kült kabul edilen albümü “Space Oddity” yeniden basıldı. Kapağı bile aynısının tıpkısı. İçinde Bowie’nin hayatından bölümlerin olduğu resimli mesimli bir kitapçık ve bir de ikinci CD var. İlk CD orijinal kaydın temizlenmiş hali. İkincisinde ise şarkıların demo versiyonları var. Tam koleksiyonluk yani. Ve bu albümün özelliği şu: Dinleyince fezaya çıkıyorsunuz. Haydi pazar pazar iyi yolculuklar...
Şebnem Ferah’ın yeni albümünden son dakika...Dünyanın büyük müzik dergileri merakla beklenen albümler hakkındaki son gelişmeleri meraklısına duyurur.
O halde gelin biz de yapalım. Şebnem Ferah’ın yeni albümü ne durumda bir bakalım.
Albümün bir ay içinde piyasaya çıkacağı tahmin ediliyordu ama izlenimim şu: O iş 2010’a kalır. Çünkü Şebnem titiz biri ve albümün kapağında yer alacak resimden, en ufak dip nota kadar her şeyle bizzat ilgilenir. Bu da zaman alan bir şey. Ne kapak ne isim, ne de şarkı sayısı belliymiş albümün henüz.
Albümün prodüktörü yine Tarkan Gözübüyük. Kayıtlar İstanbul’daki Stüdyo 101 kayıt stüdyosunda yapılmış. Bu stüdyo yönetmen ve müzisyen olarak tanıdığımız Selim Demirdelen’e ait ve İstanbul’daki en iyi stüdyolardan biri. Mastering Los Angeles’taki Capitol Stüdyoları’nda gerçekleştirilecekmiş. Bu da meşhur bir kurumdur.
Albümün içeriği ile ilgili doğrudan edindiğim bir bilgi yok. Ama sağda solda konuşulanlar var. Bunları özetlemem gerekirse tarzda büyük değişiklik yok. Belki bir iki yerde farklı enstrümanlar kullanılacakmış. Şimdilik bu kadar. Gelişmelerle karşınızda olacağız, bir yere ayrılmayınız...
Mükemmel espressonun sırrıNe alaka demeyin. Kahve özel ilgi alanım. Güne başlamanın en iyi yolu bir adet solo espresso benim için.
Peki iyi espresso nasıl yapılır? Bu sorunun yanıtını Caffe Nero’nun ustasından öğrendim.
Önünüze gelen espressoyu değerlendirmek istiyorsanız not edin.
-Efendim iyi espresso’nun tadı acımsı olmalı, ama acılık kahvenin kendi aromasının önüne geçmemeli. Bir solo espressonun içinde 14 gram kahve olmalı.
-Üzerinde silme, krema tabir edilen köpüğü olmalı. Krema demek, kahvenin yağı demek. Tad demek, lezzet demek. Bal köpüğü renginde olmalı hem de bu krema... Krema yoksa espresso da yok. Eğer illa test etmek istiyorsanız üzerine toz şeker dökün bir iki parça. Kremanın üzerinde kalıyorlarsa tamamdır o iş.
-İyi espresso yapıldıktan sonra 10 saniye içinde sunulacak ve hemen tüketilecek. Uzun uzun içmek isteyene, battal boy bardakla kahve alana değil sözüm. Ama espresso, adı üzerinde hızlıca içilmeli.
-Ve iyi espresso’nun sırrı, kahvenin hangi kalınlıkta çekildiğinde. Çok ince olursa suyu geçirmiyor, sert oluyor. Kalın olursa suyu geçiriyor yine kıvam bozuluyor. İdeali 15 saniyede standart espresso bardağının yaklaşık üçte ikisine kadar dolanı. Kahvenin incelik ayarı da bu süreye göre yapılıyor. Kavrulması falan ise bambaşka hikayeler. O da belki başka sefere.