Biz seyircilerin aslında hiçbir dünya çapında, stat canavarı, arena kralı, sahneye arabayla giren, kukla oynatan, kaçak kat çıkan, alev atan, su sıkan, köpük fışkırtan grubu görmeye ihtiyacımız falan yok. Neden mi?
Hepimiz statlar dolsun, on binler yüz binler halinde festivallere-konserlere akalım, gönüller coşsun, barış-kardeşlik tavan yapsın istiyoruz ya yıllardır.
İşte o yüzden seyircisinden yazarına müziksever tayfası olarak organizatörlere sürekli talepler iletiyoruz (“İsterük”çülere ben de dahilim, kimseye torpil yok).
“Onu getir, yetmez onu da getir”, “Bu adamı mı getirdiniz, başka isim mi kalmadı?”, “Birader o grubun konseri o saate konur mu?”, “Bu DJ’le bu grup aynı festivalde olur mu?”, “Bu adam neden o gruptan önce çıkıyor?” Seyircinin derdi say say bitmez. Bir de metalci kardeşlerim var. Onlara göre “her festival bir gün metali tadacaktır”. İyi güzel de üç tane enteresan isim çağıralım, dans edelim diye yola çıkana “Ama neden Children Of Bodom getirilmiyor?” denmez ki sevgili metalci. Metal dinleyicisini sevip sayarım, bilirler. Ama zorlar...
Ben bile; Pozitifçilere her gördüğüm yerde “Bir tane de klasik rock’çı getirin şu memlekete ey Elif Cemal, ey Uluğ kardeşler! Merak etmeyin, demodelikleri bulaşıcı değildir” yollu takılan ben bile bunu söylüyorsam, düşünün.
Adamları canlarından bezdiriyoruz. Hani demiş ya zamanın maarif nazırı “Mektepler olmasa maarifi ne güzel idare ederdik” diye. Seyirci olmasa aslında ne güzel yapacaklar adamlar işlerini, sanki...
Biz seyircilerin aslında hiçbir ünlü, gözde, popüler, dünya çapında, stat canavarı, arena kralı, sahneye uçakla çıkan, arabayla giren, kukla oynatan, kaçak kat çıkan, alev atan, su sıkan, köpük atan grubu görmeye ihtiyacımız falan yok.
Yani elbette var. Ama biz galiba artık işi sadece bu hadiseye bağladık. Halbuki müzik demek, konser demek sadece bu değil ki.
Bakın geçen hafta Salon’da Midlake ’i izledim.
350 kişilik bir yer. Sahnede yedi adet sakallı, uzun saçlı, ekose gömlekli gitarlı “demode” adam vardı. Ama izlediğim en güzel, en ruhu olan, en haysiyetli, en sahtelikten uzak konserdi. Bunun için midir bilmem, yılın belki en güzel konseriydi.
Bundan sonra işi ehillerine bırakıyorum arkadaş. “O gelsin, bu gelsin” bitmiştir.
Band of Horses ’ı da getirin ey yetkililer. Tamam, bu sondu! n
“Çocuğumu keserim!”
Bir de bu var: “... gelsin çocuğumu keserim,” şeklinde bir kalıp oluştu. Millet artık onu getirin bunu getirin hadisesini makaraya vurmaya başladı yani. Hafifmuzik.org’a yorum bırakan “çocuğunu kesecek adam” diye nick sahibi bir vatandaş var. Bir diğeri Iron Maiden’ın bu yaz geleceğine dair haber üzerine “Çocuk kesme şenlikleri başlasın” diye makara yapıyor. Ve haklılar. İş mizaha geldiyse zaten orada düşünmek lazım. “Çok mu abarttık acaba bu istek işini” diye.
Yazın bir kenara!
-10 Aralık’ta Salon’da The Magic Numbers var. Biletinizi ayırtın. Daha önce Radar Live’da izlemiş olabilirsiniz ama bu defa çok daha samimi bir ortamda atmosferi farklı olur.
-10 Aralık Cuma zor bir gece olacak çünkü aynı gece Babylon’da da Sophie Ellis-Bextor var. Bu yaz Efes Pilsen One Love’da kalabalığı coşturmuştu, muhtemelen o gece de izdiham yaşanacak. Önerim şu: Babylon-Salon kardeş olsun, iki mekan arasına arasına tünel açılsın. İsteyen tek biletle bir ona bir ona koşsun.
-17 Aralık’taki (Babylon) Lee Scratch Perry ise özel zevkim. Dub ve reggae sevenler Bob Marley’nin prodüktörü de olan bu “deli” adamı muhakkak izlemeli.
- 22-23 Aralık’ta yine Babylon’da bu defa Mulatu Astatke var. Etiyopya asıllı kendine has bu caz adamını küçük bir sahnede karşı karşıya izlemek büyük ayrıcalıktır. Hani Jim Jarmusch’un pek sevdiğimiz “Broken Flowers” filminin meşhur olmuş melodilerini hatırlayın. Mulatu Astatke’nin müziğidir.
(Not: “Yazın bir kenara”nın devamı yarın.)
CUMARTESİ ALBÜMÜ
“Record Collection” Mark Ronson & the Business Intl.
İlk albümü (“Here Comes the Fuzz”) hip hop ağırlıklıydı. İkinci albüm rock. (“Version”). Radiohead, The Smiths, The Jam ve daha bir sürü eski ve yeni rock grubunun şarkılarını farklı isimlere yorumlattı. Üçüncü albümü “Record Collection” ise 2010’da yeniden üretilen 80’ler albümü olmuş. Şarkıların bir bölümünü The Pippettes solisti Rose Elinor Dougall üstleniyor. “Somebody to Love” ve seslendiren Boy George harika. “Bang Bang Bang”, “The Bike Song”, “Lose It” de öyle.
Ne zaman dinlenir? Cumartesi moda ve sanat aleminin akacağı bir ortama gitmeden önce.
İTİRAF EDİYORUM
- Vestel reklamından şunu öğrendim: Yalın yeni Erol Evgin’dir. 2010’da bütün kız çocuklar onunla evlenmek istiyor.
-“Hilmi Hoca”nın bazen “Cübbeli Hoca”dan daha geri olabileceğini düşünmek için nedenlerim var.
-Zaga Band’in albüm yapmadı diye Okan Bayülgen’e kızmasını anlamıyorum. Kendiniz yapsanız olmuyor mu? Benim hatırladığım en son Demet Sağıroğlu Kayahan’dan “Bana albüm yapmadın” diye ayrılmıştı. Ayrıca bkz. “Ya ne olacağıdı?”
-Pavement’ın 1997 tarihli “Brighten the Corners” albümünü dinlemeye doyamıyorum.
-“Haluk Bilginer büyük oyuncu” klişesini, “Uğur Yücel büyük oyuncu” klişesiye çarpıştırarak bitirmek istiyorum. Bakalım hangisi daha büyük?