Oyuncu ve müzisyen Charlotte Gainsbourg 23 Haziran’da Küçükçiftlik Park’ta bir konser verecek. İlk Türkiye konseri öncesi kendisiyle bir telefon görüşmesi yapma fırsatını kaçırmadım..
Her gazeteci konuştuğu sanatçıyla yüzyüze röportaj yapmak ister. Ama yüzyüze röportaj yapınca geç kalmış oluyorsunuz. Çünkü sanatçı memlekete gelmiş, konser neredeyse başlamış iş işten geçmiş oluyor, öncesinde müzikseverlere bir-iki kelam edebilmek için telefon röportajı bu yüzden icat olunmuş.
Biz de geleneği devam ettirdik.
Charlotte Gainsbourg çok yönlü bir insan. En son Lars Von Trier’ın “Melancholia”sında Claire rolünde izledik. 2009’da yine Von Trier’ın “Antichrist” isimli filmindeki rolüyle Cannes’da en iyi kadın oyuncu ödülünü aldı. Bob Dylan’ın hayatını konu alan “I’m Not There”de, Michel Gondry’nin “The Science of Sleep”inde ve şimdi burada sayamayacağım pek çok filmde rol almış başarılı bir aktris. 1986’da babasıyla yaptığı bir albüm var (“Charlotte Forever”) ama onu pek saymıyor.
2006’da Radiohead’in prodüktörü Nigel Godrich’in prodüktörlüğünde yaptığı “5:55” isimli albümü müzik tarihinde milat kabul ediyor. Bu albümde Air, Jarvis Cocker (Pulp) ve Neil Hannon da vardı ve çok başarılı bir işti. Ardından iki albüm daha çıkardı. Bunlardan birinde Beck ile çalıştı. Yani hem yetenekli hem şanslı denen türden. Türkiye’ye bu ilk gelişi. Bakın kısa görüşmede şöyle şeyler konuştuk.
“Müzik daha kişisel bir alan benim için.”
Kimi turnede olmaktan nefret eder kimi de bayılır. Siz hangisisiniz?
Benim için çok yeni bir şey. Sadece iki kez yaptım şu ana kadar. Şikayetim yok galiba. 41 yaşındayım ve müzik de turne de benim belli bir dönemde keşfettiğim şeyler. Mutluyum ben, işin aslı bu.
Üç albüm yaptınız, iki kez turneye çıktınız ama Guardian’a verdiğiniz röportajda “Profesyonel hissetmiyorum” demişsiniz. Neden?
Çünkü “Ben artık oldum, her şeyi öğrendim, şöyleyim, şu düzeye geldim” demem hiçbir zaman. Albümlerim birbinden farklı projeler ve hepsine sıfırdan başladım. Giderek tecrübe kazandığımı söyleyemem bu konuda.
Kamera karşısında mı daha rahatsınız yoksa sahnede mıi?
İnsanlar bunu bir tercih yapmamı ister gibi soruyor ama seçemem. Müzik benim kendi başıma kaldığım bir alan. Film çekimleri sırasında bir konserdekinden daha az insan olur etrafınızda ama ben sahnede seyircilerin karşısında da olsam daha kendi başıma kalmış hissediyorum. Müzik daha kişisel bir alan benim için.
İstanbul’da konser vereceğinizi öğrendiğinizde annenizi aradınız mı? Daha önce o da birkaç kez konser vermişti burada...
Tabii ki annemle konuştuk. Bana İstanbul’u çok sevdiğini ve benim de seveceğimi söyledi. O zaten genellikle gittiği yerlerde sevecek bir şeyler bulur ve karşılaştığımızda anlatır. Ben çok heyecanlanıyorum geleceğim için.
Babanızdan ne öğrendiniz?
Şimdi böyle sorunca insan donup kalıyor. Tek bir şey bulmam ve bu soruya “İşte bunu öğrendim” diye cevap vermem mümkün değil. Ben her şeyi ondan öğrendim. Daha doğrusu annemden ve babamdan. Onlar benim ebeveynlerim ama aynı zamanda da kahramanlarım. Onlara hep hayran oldum. Beni ben yapan değerleri onlar vermiştir bana.
Şu ara ne dinliyorsunuz? iPod’unuzda ne var?
Çoğunlukla klasik müzik. Sanırım biraz ortamı değiştirmek ve kafamı sıfırlamak ihtiyacındayım bu ara.
İTİRAF EDİYORUM (ÇEŞME ÖZEL!)
* Hiç öyle heveslenmeyin “Ünlüler şuraya gidiyo” falan yok Boştu. Çok sıcaktı. Gündüz dışarı çıkıp denize bile zor girdim.
* “Sezon kısa, sezon dışında burada hayat yok” diyen esnafı ilk kez anlar gibi oldum. 20 Temmuz’da Ramazan da başlıyor, bi tostu 50 liraya yersiniz Çeşme’de.
* Gündüz arabayla aylak aylak sağa sola gittim. Klima kafası...
* Amma site varmış Çeşme’de. Sezon dışı gittiğinizde 80’lerin Türkiyesi gibi bir yer.
* Gece serinde Alaçatı’ya gidip Nar diye bir barda müzik dinledim. Güzel çalıyor kim çalıyorsa. Eğlenceli.
* İstanbul’daki Tektekçi Alaçatı’da da açılmış. Gayet güzel. Ama ses az geldi. Volüm lazım, yetkililere seslenelim buradan.
* Çeşme’de salaş, sessiz sakin bir balıkçı bulamadım. Twitter’da sordum herkes pek bilmiş geçiniyor ama hep aynı yerler öneriliyor. Gittim. Her masanın başında elli tane garson falan, uyuz uyuz yerler. Müşteriyi bulunca kendilerini sıkıcı birer İstanbul restoranına çevirmişler her tarafı boyayıp kapıya vale falan koyup. Gökyüzünü bile göremedik tepesi kapalı mekanda yaz vakti. Bana göre değil. (İsim vermeyeyim, bildiniz işte iki-üç tane balıkçı var zaten meşhur.)
* Böcekçi, ıstakozcuya gittik. Hepsi Sakız’dan geliyormuş. Kurutmuşuz yani bizim tarafı. Yazık.
* Kapısında vale duran pidecide pide yemem arkadaş (yedim ama artık geri dönmeyeyim diye, bir daha yemem).
* Yediğim en güzel şey kumruydu (kendi kulvarında).
* Çeşme’ye yabancı olanlara bir yabancıdan öneri: En ünlüsü her zaman en kötüsü çıkıyor. Adı sanı çıkmamış kıyıda köşede bir yerler bulun oralarda yiyin-için benden söylemesi.
Alaçatı’daki Tektekçi’nin barı...