Paralar nereye nasıl harcandı kısmını geçiyorum. Bu kadar emeğe, harcanan paraya karşılık geriye bir tane kültür merkezi kalmaması yakıştı mı?
2010 Kültür Başkenti Ajansı’nın bütçesinin yüzde 70’e yakını restorasyona harcandı. Kalan kısımdan tanıtım ve ajans giderleri çıkınca “kültür”e yüzde 10 kaldı.
“İstanbul Kültür Başkenti” ya, o “kültür”e ayrılan sadece yüzde 10.
Peki biz bu işe neden başlamıştık?
Restore edilen eserlerin arasında Topkapı Sarayı, Ayasofya ve Süleymaniye de var. Yanlış anlamayın, “Niye restore edildiler?” demiyorum. Tabii edilecek, onlar da kültür-sanat varlıklarımız. Ama bu projenin amacı bu muydu? Onu tartışıyorum.
Hangi proje ne şekilde kime verildi, restorasyonlar başarılı oldu mu, ehil kişiler bu işte çalıştı mı, bunlar sorulması gereken sorular. Ama benim konumun dışında.
Benim derdimse basit. Yıl bitti, ortada tek bir kalıcı ve yeni eser ya da kültür merkezi yok. Onun yerine Türkün Türke propagandası var.
Ben kültür deyince çağdaş kültürü düşünüyorum. 2 bin yıllık Ayasofya’yı restore etmek bakanlığın işidir. 2010 Kültür Başkenti projesi başka bir şey olmalıydı. Şehre yeni bir değer katmalıydı.
Kimse kızmasın. U2 konseri, Tarkanlı birtakım etkinlikler, on binlerce yüz binlerce eşantiyon, kitapçık, broşür, bir sürü iyi duyurulamayan, tanıtılamayan, üzerinde iyi çalışılıp hazırlanmamış sergi, konser ve etkinlik... Bunlar gelip geçici, iz bırakmayan işler. Yılın şu son günlerindeki reklam atağı da beni etkilemiyor.
Şekip Avdagiç diyor ki Tempo dergisine: “6 bin proje gerçekleştirdik. Her biri 1000 kişiye ulaşsa altı milyon kişi eder.” Kusura bakmayın ama ben bu hesaptan bir şey anlamadım. Ulaşmak derken toplu e-postalardan falan mı bahsediliyor acaba?
Bu şekilde sınırlı bir zaman zarfında bir proje bombardımanı yapmak mı daha faydalı, yoksa onun yerine İstanbul’a kalıcı eserler, mekanlar, merkezler kazandırmak mı?
Bakın yıllar önce Red Bull firmasının sponsorluğunda düzenlenen Music Academy isimli bir etkinliğe davet edildim. Bu etkinlik iki yılda bir farklı bir şehirde yapılıyor. Firma o şehrin belediyesine gidiyor, kendisine restore edip bir kültür merkezi haline getirmek için metruk bir yer tahsis etmesini rica ediyor. Depo, ardiye bile olur.
Bu yeri yerel ve hepsi çok genç sanat, mimari öğrencileri ve tasarımcıların katkılarıyla baştan yaratıyorlar.
Her şey hazır olduğunda burada bir stüdyo kuruluyor, müzik derslikleri yaratılıyor, birkaç hafta boyunca dünyadan sanatçılar, hem performans hem workshop’a geliyor. Geceleri partiler düzenleniyor. Bina bahçesi ve bulunduğu alanla birlikte yaşayan bir performans ve sanat merkezi haline geliyor.
Bu mekan bulunduğu semtin çehresini olumlu yönde değiştiriyor, çekim merkezi yaratıyor. Şehre “yeni” bir değer katıyor. Firmanın etkinliği bitse de geriye bir kültür merkezi kalıyor. Bundan daha şahane bir şey olabilir mi?
Biz 2010 paralarını İstanbul’a yeni bir değer katmak için kullanmadık. Tamirata harcadık.
Ya da büyük paralar harcayıp bir-iki günde sona erecek görkemli etkinlikler yaptık. Kendini devam ettirecek bir projeyi ve onun finansman yapısını oluşturmak için yatırımlar yapmaksa başka bahara kaldı.
Kültür Ajansı’nın neyi nasıl yaptığına dair detaylar 2011 Haziran ayında açıklanacak. Ama hiçbir şey projeden geriye kalıcı bir eser kalmadığı gerçeğini değiştirmeyecek. İstanbul büyük bir fırsat ele geçirdi. Ama iyi değerlendiremedi.
Konserlere bedava girmek isteyen hemen Twitter’a!
Kapıdaki görevliyi tanımak, ünlü olmak, “ekmek çarpsın çalan grubun arkadaşıyız” diye kıvranmak, “adım listedeydi ama...” diye ıkınmak, “Ben bu arkadaşın artı biriyim” şeklinde ezilmek tarihe karışıyor.
İstanbul’daki mekanların her birinin Twitter’da adresleri var ya. Bu adreslerde konser günleri bilet dağıtan dağıtana. Genelde konserlerden birkaç saat önce “Akşama bizim mekanda filanca grup çalıyor, bu mesajı retweet et, iki bilet kazan” tarzı bir tweet beliriyor. Yapmanız gereken o saatlerde Twitter’da olmak ve isteneni yapmak. Biletinizi kazandınız bile. Takibe almanız gereken adresler mi?
Benim bildiklerimden bazıları şunlar: bronxpisahne, babylonistanbul, ghettoistanbul, saloniksv, dogzstarclub... Unutmayın, başına www.twitter.com/ var.
Haydi cümleten hayırlı işler...
BİZİM POPÇULARI ANLAMA SÖZLÜĞÜ
*Kapağa fotoşoplu portre koymak
Özgüvenim tam, şahane bir iş yaptığıma dair en ufak bir şüphem yok. Çok emek harcadık. Ne?Şahane değil mi? Nasıl yani?
*Yıkık bina önünde durup çeşitli yönlere bakmak
a) Rock’çıyız, asiyiz b) Alternatifiz, farklıyız c) Kimseden etkilenmedik, bu işi ilk biz yapıyoruz d) Liseden beri beraberiz e) Hepsi.
*Mehmet Turgut’a albüm kapağı çektirmek
Kendime gizemli, yırtıcı ve karanlık bir hava vermek istedim. Neden mi? Eee bilmem.
*Trenli istasyonlu foto çektirmek
Hümanistiz duruşumuz var, Anadolu’ya da yakınız.
*Kapakta flu resim
İçe dönük, değişik triplerdeyiz. Yaratıcı süreç...
*Kapakta cici kız tarzı
İçimdeki çocuğu öldürmedim. Büyümek çok sıkıcı.
*Siyah yelek, beyaz gömlek, şapka
Justin Timberlake’ten etkilenmedim. Orijinal bir iş yaptık. Dünyayı takip ediyoruz.
* Siyah-beyaz fotoğraf
Sanatsal yaklaşımlarımız var. Ayrıca cool kimseleriz.
**Bu yazıda yer alan ifadelerle gerçek hayat arasındaki benzerlikler tamamen tesadüften ibarettir.
Wikileaks’in bağış sistemi sanatı kurtarabilir mi?
Radiohead’in son albümü “In Rainbows” internet üzerinden yayımlandığında dikkatimi çekmişti. Grup kendi sitesinden albümü ücretsiz indirtiyordu. Ama isteyenler için “gönlünüzden ne koparsa” tadında bir tıkla ödeme de yapabiliyordunuz. Bu albümü bir ayda 1 milyon 200 bin kişi indirdi. Bunların yüzde 40’ı ortalama 6 dolar ödedi. Hesap ortada. Aracısız, komisyonsuz 3 milyon dolar.
Wikileaks’in sistemi de benzer. Ücretsiz bir hizmette bulunuyor ve bağımsız kalabilmek için memnunsanız destekleyin diyor. Hangi ülke ne kadar bağışladı, hangi ülkenin vatandaşları açıklık istiyor, hangi ülkenin vatandaşı umursamıyor diye merak ettim. Böyle bir bilgiye ulaşamadım. Ama şunu öğrendim. Ken Loach, Jemima Khan, Hanif Kureishi, Michael Moore gibi isimler 20’şer bin pound (yaklaşık 50 bin TL), işkadını Sarah Sounders 150 bin pound (yaklaşık 300 bin TL) bağışlamış.
Bu sistem oturduğu takdirde sanatçıların kurtuluşu olabilir. Eğer işinize güveniyorsanız sorun yok. İnsanlar inandıkları, hayran oldukları işlere para verip onları yaşatırlar. Güvenmiyorsanız da zaten yapmayın o işi. Çok mu ütopik?
Onor Bumbum
Bu değişik ismi birkaç yıl önce duymuş, MySpace sayfasını ziyaret ettikten sonra adını bir yerlere kaydetmiştim. Onur Uzunismail bu isim altında hazırladığı parçaları bir albümde toplamış. “Diyorum ki” isimli albümü geçen pazar evde otururken dinlemeye başladım. Gün boyu değiştiremedim. Türkçe sözlerin, minimal elektronik yapıyla uyumunu sevdim. Efektler ekonomik kullanılmış. Sevdim. Elektronik altyapılar daha ziyade bir tür atmosfer yaratmak için kullanılmış. O da şahane. Neticede şarkıları kaydeden de söyleyen de tek bir kişi. Bu tamamen kişisel, içe dönük, farklı ruh hallerine sahip bir albüm. İdeal pazar günü albümü yani. Oturun evinizde, sakin sakin dinleyin. Dışarısı çok soğuk zaten...