Mehmet Çelik

Mehmet Çelik

bizans@gmail.com

Tüm Yazıları

Çalışkan, meraklı, sanatsever, bilgili, kültürlü ve karizmatik bir İstanbul beyefendisi olan Sinan Genim ile yazı kültürüne dair konuştuk

Dr. Sinan Genim dendiğinde benim aklıma gazetenin girişinde kendisini ilk gördüğüm gün geliyor, giyimini kuşamını görünce galiba bir moda çekimi yapılıyor diye düşündüğümü hatırlıyorum. Kendisi Baksı Müzesi gibi önemli eserlere imza atmış 1945 doğumlu çok çalışkan bir mimar ve halen çalışmaya devam ediyor ama ben onu daha çok hemen hepsini kesip sakladığım Milliyet’teki yazılarıyla tanıdım. Kendisinin yazarlığı da okurluğu da etkileyici ve her iyi entelektüel gibi müthiş bir kütüphaneye sahip. Birçok özelliğinin yanında hat eseri, fotoğraf, harita ve resim koleksiyonu da var. (Sadece yerli ressamlar değil, duvarlarında çok sevdiğim Fernando Botero gibi sanatçıların eserlerini de gördüğüm için ofisten ayrılmakta epey zorlandım.) Sahip olduğu bu koleksiyonlar hem sergilere hem de kitaplara dönüşüyor. Yakında çıkacak Üsküdar kitabı da İstanbul tarihine bir başka pencere açacak ancak benim asıl ilgilendiğim konular yazı kültürü ve kırtasiye olduğu için kendisiyle sadece bu konuları konuştum.

Haberin Devamı

‘Çocukluğumuzda yazı kutsal kabul edilirdi’

Sinan Bey, yazıya ve kaleme merakınız nasıl başladı?

Bir insan yazıya nasıl başlar diye hiç düşünmemiştim. Bizim çocukluğumuzda yazı kutsal kabul edilirdi. Hatırlarım sokakta yere düşmüş bir gazete veya yazı gördüğümüzde onu alır ya eve götürür ya da yüksek bir yere koyardık. İlk yazılarımı duvarlardaki hat eserlerine bakarak evin duvarlarına yazmıştım. İlk fırsatta duvarları boyadıklarını anımsıyorum. İlkokulun birinci sınıfında yazıyı öğrenmiştim. Sonraki sınıflarda “Güzel Yazı” dersine katılıp, mürekkep hokkalarına batırdığımız kalemlerle çizgili defterlere yazı alıştırmaları yapardık. İlkokuldayken çocuklara kurşunkalemi iki parçaya bölüp verirlerdi. Kurşunkalem öylesine kıymetliydi ki çoğu aile çocuğuna iyi bir kurşunkalem almakta güçlük çekerdi. Bu nedenle diğer çocuklara ayıp olmasın diye bana da kalemi bölüp öyle verdiler. Kalem iyice küçülünce elde tutmak zorlaşır bunun için de çoğunlukla kamıştan yapılmış uzatıcı saplar kullanılırdı. Bir dönem gerek ülkemizde gerekse yurtdışında gezdiğim kırtasiyecilerde çok çeşitli sayıda kalem uzatıcı bulunuyordu. Eskiye özenerek ben de bu sefer meşe ağacından böylesi uzatıcılar yaptırdım, zaman zaman bazı arkadaşlara hediye ettiğimde, eğer genç yaşta iseler anlamakta zorluk çekiyorlar. Bu da neyin nesi diye bakınca anlatıyorum, bir dönem biz bunları kullanırdık deyince hayretle yüzüme bakıyorlar.

Haberin Devamı

‘Çocukluğumuzda yazı kutsal kabul edilirdi’

Montblanc Meisterstück 146 Le Grand / Ercan Arslan

Artık yazı yazamayacak duruma gelen kurşunkalemleri de atmayıp saklamışsınız.

Sanki atarsam benden bir parça eksilir gibi geliyor. İşleri bitse de bir dönem kullandığım kalemleri atmaktan kaçınır, onları masamda muhafaza ederim.

Çocuklarınız “Sinan Genim’e Armağan Anılar” kitabında sizi hep elinizde bir kalemle tarif etmişler.

Galiba çizerek ve yazarak kendimi ifade ediyorum. Bu köklü bir alışkanlık, küçük yaşta şuuraltıma yerleşmiş. Ne söylemiştim diye düşünmek yerine ne düşündüğümü çizgi ve yazı ile çok daha rahat hatırlama imkanına sahip oluyorum. Küçük yaşta edinilen bu alışkanlık kolay kolay terk edilemiyor.

Haberin Devamı

‘Çocukluğumuzda yazı kutsal kabul edilirdi’
Zımparalı kalemtıraş

Yazan çizen insanların masası da haliyle güzel oluyor. Gerçi sizde birçok masa var. Her masanın ayrı bir işlevi var galiba.

Geniş alanda çalışmayı severim, bir süre çizer, sonra düşünmeye başlayınca diğer masaya geçer ya kitapları karıştırır ya da bir şeyler yazarım. Böylelikle tıkandığım zaman boşu boşuna zaman israf etmez farklı bir şeyle meşgul olarak şuuraltımı özgür bırakırım.

Bir kitabı ararken başka bir kitaba tesadüf edip sonra onunla ilgili harika bir yazı yazmıştınız. Yazı yazma tarzınızı merak ediyorum.

Kütüphanem öyle doldu büyüdü ki yeni gelen kitapları koyacak yer bulamıyorum. Evde merdivenlerin duvarına bile kitaplık yaptırdım ama yine de basamaklarda üst üste kitaplar duruyor. Özelikle uzun bir süre elime almadığım bir kitap ikişer sıra kitap koyduğum rafların arkasında kalıyor, ulaşamıyorum. Yazılarımı yazarken mümkün olduğu kadar güncel olaylarda karşılaştığım problemleri yazmaya çalışıyorum. Bir de aklıma bir kelime veya kitap geliyor, biraz araştırıp enteresan olup olmadığına bakıyorum. Ayrıca okuduğum kitap, dergi ve gazetelerden aldığım notlar var. Bir yanımda tasnif edilmiş şekilde duruyorlar, zaman zaman aynı konuda bir şeyler okursam not alıp onlara ilave ederim. Yazmak istediğim zaman daha önce aldığım notları önüme alıp yazmaya başlıyorum. Bazı yazılar bir defada bitiyor, bazıları ise tabir caizse bir müddet sürünüyor. Bir fırsat çıkınca tamamlayıp yolluyorum. Bu yazıları okuyan gerekli düzeltme ve uyarıları yapan iki de dostum var. Biri Belma Barış Kurtel diğeri ise Şule Savaş, zaman zaman Dilek Karagöz de yardımcı oluyor. Yani anlayacağınız çıkan yazılarda çok kişinin emeği var.

‘Çocukluğumuzda yazı kutsal kabul edilirdi’
Çizim yaptığı masada bulunan teknik kalem uçları.

Hiç yanınızdan ayırmadığınız bir kalem var mı?

Yıllar boyunca yanımda taşıdığım kalem Montblanc Meisterstück 146 Le Grand. Sanırım mimarlık faaliyetlerime başladığım ilk yıllarda almıştım. Geçen gün bir resmi dairede imza atmam gerekti, bana bir tükenmezkalem uzattılar. Hayır, dedim cebimden dolmakalemimi çıkarttım ve imzaladım. Karşımdaki hanım, “Beyefendi” dedi, “uzun yıllardır ilk defa dolmakalem kullanan birini gördüm, ne iş yapıyorsunuz?” diye sordu. Mimarım, dedim, “Tahmin etmiştim” dedi. Sonra düşündüm, elimde dolmakalem gören memure hanım gayri ihtiyari, söylenmesi artık unutulan “beyefendi” tabirini kullanmıştı.

Elektrikli silgi

‘Çocukluğumuzda yazı kutsal kabul edilirdi’

Hocam ilk defa elektrikli bir silgi makinesini görüyorum. Hangi durumlarda kullandınız?

Elektrikli silgi şimdilerde hemen hiç kimsenin ihtiyaç duymadığı bir şey. Bir dönem özelikle Schoeller denilen kartonlara çizilen projelerdeki bir hatayı düzeltmek çok hüner isteyen bir şeydi. Çini mürekkebi silgi ile silinmez, onu yatay tutulan ve kullanması büyük bir beceri isteyen jiletle kazımak gerekir. Ancak jiletle kazınan yerler kâğıdın yüzünü zedelediği için kazınan yer tekrar çizildiğinde mürekkep yayılır, bunun için kazınan yeri, kemik veya benzeri bir aletle tıpkı eskilerin yaptığı gibi, biraz da pudra yardımıyla ayarlamak gerekirdi. Bir Almanya seyahatimde uğradığım bir büroda çizim hatalarını düzeltmek için bir alet kullandıklarını gördüm. Yüksek devirli bir motorun ucuna takılmış sert bir silgi ile kâğıda fazlaca zarar vermeden mürekkebi temizliyorlardı, hemen bir tane satın aldım, uzun dönem kullandık. Özelikle aydınger gibi şeffaf kağıtları sonrasında hiçbir müdahale gerek duymaksızın temizliyordu. Şimdi müzelik oldu, sizin gibi meraklı insanlara gösterince hayretle bu da neyin nesi diye soruluyor.

‘Bizim hocalarımız karizmatikti’

“Hocalarımdan çok şey öğrendim” diyorsunuz, neler öğrendiğinizi bize de anlatabilir misiniz?

Elbette insan gerçek hocalardan çok şey öğrenir. Yalnızca söylediklerinden değil, davranışlardan bile çok şey öğrenmek mümkündür. Bizim hocalarımız karizmatik insanlardı. İlk asistanlığa Prof. Dr. Behçet Ünsal’ın yanında başladım, iki üç yıl sonra “Bundan böyle sen ders anlatacaksın” dedi. Bir yıl yoğun bir çalışma içine girdim, hocam da anlattığım derslerde ön sıraya oturur, dersi takip ederdi. Ders bittikten sonra odaya dönünce beni bir kenara çeker anlattığım bazı konular hakkında açıklama yapar, yanlış söylediklerimi bir fırsat bulup düzeltmemi tavsiye ederdi. Hiçbir zaman derste müdahale edip beni düzelttiği olmamıştır. Allah rahmet eylesin, bir dönem proje derslerine asistan olarak katıldığım Sedad Hakkı Eldem de aynı şekilde davranırdı. Bir şeyi söylemekten çok çizerek belirtir, sonrasında anlayıp anlamadığınızı bir vesile ile anlamaya çalışırdı. Daha sonra doktora yapmak için geçtiğim İstanbul Üniversitesi’nde doktora hocam Oktay Aslanapa, kürsü hocam Nurhan Atasoy da eğitimimde çok önemli köşe taşları oldular. Bilimsel araştırmayı, bilimsel not almayı ve dolayısıyla yazı yazmayı onlardan öğrendim. Bir de rahmetli kayınpederim Nurullah Berk’in tavsiyesi vardı: “Yaptığın yapıları çok az sayıda insan görür ama yazdıkların çok daha geniş bir alana yayılır, bu nedenle mutlaka yaptıklarını ve düşündüklerini yaz” demişti. Bu önerisi bana yeni bir ufuk açmış oldu.