Otomotiv tarihine gömülen marka sayısı, özellikle 2008 krizi sonrası ciddi şekilde artış göstermişti. Ben de size, ilk etapta aklıma gelen ve “Keşke yaşasalardı” dediğim markalardan birkaçını hatırlatayım istedi...
Markalar ve üreticiler açısından otomotiv tarihi, adeta bir mezarlık şeklinde. Zira tarih, pek çok “ölü” markayla dolu. Özellikle otomobilin giderek popülerleştiği 1900’lu yılların başından itibaren “halkın gözdesi” ya da “en çok satan” olma hedefiyle yola çıkan, ancak nefesi yetmeyen üretici ve markaların sayısını ben bile bir çırpıda sayamam size. Bununla birlikte, 2007-2008 yılları arasında hızla elenen markalar bulunduğunu ve bazılarının arkasından “salya sümük” olanlar bulunduğunu harıtlatmakta fayda var.
Mesela kim unutabilir muhteşem “Firebird”ün üreticisi “Pontiac”ı ya da “ağırbaşlı” modelleriyle gönüllerde taht kuran ancak yok olmaktan kurtulamayan “Oldsmobile”, son dönemde Ford ile ortak modelleri nedeniyle gözden düşen, ardından da fişi çekilen Mercury’yi? Daha geçmişe gidersek, “Geleceğe Dönüş” filmleriyle elde ettiği popülerliğin bile iflasına engel olamadığı “DeLorean”, bana göre bile bile iflas ettirilen “Tucker”, “Nash”, “Avanti” gibi markaları, Avrupa’da ise “Saab”ı rahatlıkla sayabilirim. Peki bizler bu markaların yokluğundan memnun muyuz? Veya bazıları, yanlışq zamanda ve yanlış yerde olmalarının bedelini mi ödedi?
Bugün tam da bu yüzden, “Halen üretilseler, ne güzel olurdu yeaaa!” diye içimden geçirdiğim markalardan bazılarını paylaşacağım sizlerle... Kimbilir, belki sizler de bana, yaşamasını istediğiniz markaları bildirirsiniz...
Sevenleri az değil!..
Türkiye’den bir örnek vermesen rahat etmezdim. Evet, elbette ki benim “olmasını istediğim” marka, elbette ki Anadol. İlk tasarımı İngiliz Reliant tarafından gerçekleştirilen (Reliant FW5) ve bu firmadan alınan lisansla üretilen “Anadol”, Ford’tan alınan şasi, motor ve şanzımanla vücut bulmuştu. Sonraki dönemlerde bu değişse de, 19 Aralık 1966’dan itibaren bantlardan ilk Anadollarda kullanılan yerli parçalar az sayılırdı.
Türkiye’nin “hayallerini gerçek yapan otomobil” Anadol, yıllar içinde, bugün bile “efsane” olan spor STC16 ile anılmakta. Anadol A1 ve A2, Anadol’un en çok satan modelleri olurken, STC16 ve Böcek gibi Türkiye’de tasarlanıp geliştirilen “Çağdaş” gibi bir modele de sahipti ama bu araç prototipten öte gidemedi. Zira ses getirecek “Wankel” teknolojili motoru da yine Türkiye’de geliştirilmişti. Yine Türkiye’nin ilk “yerli dizel motoru” olan “ERK”, bir dönem Anadol pikapların kaputu altında yer aldı. Otomobilleri 1986, pikapları ise 1991’e kadar üretildi.
Bugün bile ciddi sevenleri olan (ben dahil) Anadol’un yeniden hayatta olması beni hayli mutlu ederdi.
İsveç çeliğinin güzel halleri
Evet, belki de bugün yaşamasını eeeennn fazla arzu ettiğim markalardan biri Saab. 2012 yılına kadar “dur-kalk” şeklinde hayatına devam etmeye çalışan, bu tarihten sonra Avrupa’yı tertederek tamamen Çin karasularına dahil olan Saab, şimdilerde tekrar satılmaya çalışılıyor. Sahiplik ve ortaklık seceresi hayli kabarık olan Saab, bir dönem Türk girişimciler tarafından da alınmaya çalışılmış, Çinlilere geçtikten sonra da sesi kesilmişti. En son ürettiği 9-5, bana göre bir sanat şahaseri olsa bile, bu, onun şanssızlığını kıramadı.
Bir uçak üreticisi olarak başlayıp, sonradan (1945) otomobil işine girmesi nedeniyle uçaklarında kullandığı teknolojileri araçlarına da aktarıyordu. Daha sonra uçak şirketi ayrılmış, otomobil işi bağımsızlaşmıştı. Zamanının en teknolojik ve en güvenli otomobillerini üreten, hatta bu yüzden hir bir araçtan zarar eden Saab, “müsrifliği yüzünden” defalarca “terk edildi” ama prensiplerinden vazgeçmedi. General Motors çatısı altına girdiğinde, ortak platform stratejisi nedeniyle ciddi kalite problemleriyle karşılaşınca, sona yaklaşıldı. Spyker firmasının eline geçtiğinde yeniden silkelenmek istese de, bu kez yatırımcının nefesi yatmedi. Saab modelleri, Çinli NEVS tarafından tamamen elektrikli olarak Çin’de pazarlandı. Şimdilerde NEVS, Saab’ı satışa çıkarttı. Keşke ayağa kalkabilse ve yeniden yollarda olsa...
Arayış içinde bir markaydı
ABD’nin üç büyük üreticisi General Motors, Ford ve Chrysler ile başetmekte zorlanan küçük üreticileri bünyesinde toplayan American Motors Corporation yani AMC, 1954’te kurulmuş, farklı bir kulvarda yol almaya çalışmıştı. Bir dönem Amerika’da “Renault 9” üretimi bile yapan AMC, yakıt tüketimi düşük olan araçlar üreterek işe başlamıştı. Zamanının ve rakiplerinin en az 20 yıl ötesinde olan modelleriyle adından söz ettiren AMC, örneğin yükseltilmiş 4x4 çekiş sistemli station wagon “Eagle” ile sükse yapmıştı. Bu otomobil, 1970’lerin sonlarında “crossover” diye anılan araçların “babası” konumundaydı aslında.
Japonların girişimiydi
Scion, her ne kadar kısa süreli (2003-16) yaşasa da, Japon markalarının ABD’de yeni ve bağımsız marka yaratma çabalarının ürünlerinden bi8riydi. Genelde Toyota’nın Japon pazarında sattığı küçük otomobillerinin ABD pazarına uyarlanmış versiyonlarını satıyordu. Farklı bir pazarlama tekniğiyle, özellikle yeni araç sahibi olacak genç nesilleri hedefinde tutuyordu.
Performans da dahil olmak üzere pek çok kişiselleştirme seçeneği bulunuyordu. Ancak zamanlaması yanlıştı. Tıpkı Suzuki’nin “GEO”su veya “Eagle” gibi gibi o da ölümü seçti. daha doğrusu Toyota, onu ölüme mahkum etti ve yoluna Lexus ile devam etti. Z kuşağı için biçilmiş kaftan olabilirdi...
Martı kapılara herkes hayran
DeLorean, pek çok sükse yapmış Amerikan otomobiline hayat veren Amerikalı mühendis ve eski GM yöneticisi John DeLorean tarafından 1975 yılında Detroit’te kurulmuştu. DMC 12, markanın en iddialı ve tek otomobiliydi. Martı kapıları, mat gövdesi, zamanının ötesindeki tasarımıyla adından söz ettirdi.
Ancak kalite problemleri, Nissan’dan alınan motorunun güçsüz ve problemli oluşu, ayrıca DeLorean’ın müsrifliği markanın sonunu getirdi. 1982 yılında iflas ettiğinde sahibi John DeLorean hakkında çeşitli uyuşturucu satışı suçlamaları bulunuyordu, sonradan bu suçlamaların gerçekdışı olduğu ortaya çıksa da durum değişmedi. DeLorean kendisine yeni yatırımcılar bulamadı... Şimdilerde diriltilmeye çalışılsa da, çok ciddi bir girişim olduğunu söylemek zor. Yaşasaydı keşke...
Kaslı otomobilleriyle tanınırdı
1926-2010 yılları arasında yaşayan Pontiac, “Firebird”, “GTO” gibi modelleriyle bugün bile anılıyor. Ulaşılabilir, cadde mkullanımına yönelik performans modelleriyle tanınan Pontiac, 2008 krizi sonrası iflasla burun buruna gelen General Motors nedeniyle “öldürülmek zorunda” kalınmıştı.
McLaren ile birlikte arettiği “Grand Prix Turbo”, “G8”, “Solstice” ise, en modern örnekleridi. Yaşayabilirdi aslında...