KİMİ, siyahtan yana! Kimi, beyazdan!.. Tartışmalar, kavgalar, çekişmeler buradan doğarmış! Oysa bir de gri varmış!.. Sık sık karşıma çıkıyor bu tür savlar... Bir çeşit uzlaşmaya çağıran, toplumda uyum sağlayacağı umulan bu seslenişler, bilmem ne denli doğru?..
Unutulan bir şey var, o da grinin tonları! Açık gri var, koyu gri var... Hangi tonda buluşacağız? Şeriat kafası güdenlerin, ama bunu gizlemeye çalışıp bizleri kendi yollarına sürüklemeye çalışanların koyu gri renginde mi? Cumhuriyet devrimini savunanların beyaza daha yakın grisinde mi?
Adamlar açık oynuyorlar. Gözleri dönmüş bir kez. Günlerdir TBMM görüşmelerini izliyorum. Refahçı Faziletçiler önerge üstüne önerge verip, dakikalar süren anlamsız konuşmalar yapıp, yasaların çıkmasını önlemek savaşındalar... Komisyonlarda da karşılarındakine en ağır hakaretleri savuruyorlar... Yanlarına bazı ANAP'lıları da aldıklarını görüyoruz. MGK, YAŞ, istediği kadar irtica ile uğraşsın, hükümeti de bu uğraşı dirençle sürdürmeye çağırsın!.. Görüyorsunuz ki, alanlarda,
okul, üniversite kapılarında başörtüsünü irtica bayrağı gibi kullananlar günden güne zorbalaşıyor...
Artık grilerle, uzlaşma çağrılarıyla, hoşgörü gösterileriyle oyalanmanın sırası geldi de geçti. Herkes yerini belli etmeli... İkili üçlü oynamak, hem demokrasiden söz açıp, hem ülkeyi gericilik karanlığına sokma oyunlarına paydos! Partiler de, liderler de, basın da, yazarlar da iyi bilmeli ki, irtica ile oynanmaz! İrtica ile uyuşulmaz! Bilimle kör inanç ne kadar istense de bir araya gelmez!
Evet, gri en tehlikeli renktir. Çünkü insanlara kapkara hesapları, niyetleri gri diye yuttururlar!..
* * *
TBMM'nin yeni salonu bir türlü açılamıyor. Hesaplar tamamlanmamış! Bir kısım üyeler o güzel koltuklara oturmak istemiyor. DYP'liler bakın ne diyor:
"Biz o şaibeli yere girmeyiz". Oysa adı
"Şaibe Hanım"a çıkan liderlerinin ardından kuzu kuzu yürümekten, yeri geldiğinde o hanımı alkışlarla, övgülerle yüceltmekten hiç mi hiç çekinmiyorlar... Bir salon, niye şaibeli olsun? O güzel koltukların, suçu ne? Suç olsa olsa TBMM salonunu yenileştirme bahanesiyle milyarları cebe atanlarda, bu olaya seyirci kalanlardadır. Bir kez salon yapılmış, gelin yerleşin! Görüyorsunuz sık sık yapılan yoklamalarda boşuna saatler yitiriliyor. Oysa yeni salonda bu iş bir - iki dakikada bitecek...
* * *
SAKIP Sabancı, Ecevit'i övmüş:
"TÜSİAD da değişti, Ecevit de" demiş. Bilmem TÜSİAD ne denli değişti?.. Ama Ecevit, bizim tanıdığımız kitapları, konuşmaları, tutumuyla beğendiğimiz Ecevit epey değişmişe benzer! Yirmi yıl önceki TÜSİAD ilanlarını bir anımsayın:
"Toprak işleyenin, su kullananın" çizgisinde bir programı uygulamaya çalışan Ecevit hükümetini yıkmak için seferber olan TÜSİAD'la şimdiki TÜSİAD arasında bir önemli fark, bir olumlu gelişme var mı? Açın, DSP liderinin kitaplarını, konuşmalarını, elli yaşındaki Ecevit'le yetmiş yaşındaki Ecevit arasında bir benzerlik kalmış mı görün!..
* * *
BİR gazeteci daha hapiste! Ünlü hukukçularımızdan Prof. Lütfi Duran'ın oğlu Ragıp Duran yedi buçuk ay süreyle Saray Cezaevi'nde yatacak... Şu Saray Cezaevi aydınların yuvası oldu gibi!.. Ne yapmış Duran, bir yazı yazmış, fikir suçu işlemiş, öyleyse atalım içeriye? Ne olacak, aylarca hapis yattıktan sonra Duran'ın düşüncesi değişecek mi? Zapata, Garibaldi gibi Apo'yu önemli bir başkaldırıcı saymaktan vazgeçecek mi? Boşunadır hapisler, mahkemeler, sürgünler! Kişi, hapislerle yıkılmaz, vazgeçmez düşüncelerinden... Bunun o kadar çok örneği var ki!
* * *
İRTİCA ne midir? Askerler bunun tanımını şöyle yapmış:
"İrtica, Türkiye'nin laik, demokratik yapısını her çeşit propaganda vasıtası ile değiştirmeye çalışarak, yerine dinden kaynaklandığı iddia edilen kurallara dayanan bir yönetim biçimi getirme düşüncesi ve eylemidir. Dolayısıyla bu amaç için hareket eden kişi de mürtecidir."Gri rengi pek sevenlere bir anımsatma!..