Gençlik yıllarımın geçtiği İngiltere’ye gelmek her zaman bana ilginç duygular yaşatır. İlk zamanlar çok özlemiş olarak gelirdim. Fakat son yıllarda her ziyaretimde büyük şaşkınlık yaşıyorum. 1970’li yıllarda yoksul sayılabilecek olan İngilizlerin yaşam tarzı AB’ye tam üye olduktan sonra, yani 1980’li yıllarda hızla değişti. Londra bayağı canlı bir yer haline geldi. İngilizler çok para harcar oldu. Dükkân ve lokantaların sayısı hızla arttı ve şıklaştı.
Bu kez de Londra’nın krizden nasıl etkilendiğini merak ediyordum. Malum, krizle beraber sterlin bir hayli değer kaybetti. Yani yabancılar için Londra ucuzladı. Öte yandan en etkili mali tedbirleri İngilizler aldı. Hatta Amerikalılar bile kimi zaman onlara imrendi... Buna rağmen İngiltere’de krizin hasarı ortadan kalkmış değil. Özellikle bankalara pompalanan paranın nasıl geri alınacağı kara kara düşünülüyor. Oluşan borç yükünün ileriki yıllarda vereceği sıkıntı tartışılıyor. Mevcut Maliye Bakanı fiilen bazı bankaları kamulaştırmış durumda. Royal Bank of Scotland bunun başlıca örneği.
Jestiyonların yarısı devletin
Ortaya çıkan bu kamu açığını kapatmak için bir çözüm yürürlüğe konuldu bile. Yıl sonunda 200 bin sterlin üzerinde prim yahut jestiyon alanlar bunun yarısını devletle paylaşacak, yani vergi olarak ödeyecek. Bu karar Citi’de finans kesiminde bol kepçe jestiyon alanları bayağı üzmüşe benziyor. Tabii bu arada kazık marka araba satanlar, lokantalar, giyim dükkânları da bu kararı yerden yere vuruyor.
İngiltere’de mayıs ayında seçimler var. Uzun yıllardır iktidarda olan İşçi Partisi’nin bu seçimlerde işi hayli zor görünüyor. Özellikle Blair’in başbakanlığı döneminde ekonomiden sorumlu olmuş ve maliyeyi yönetmiş olan Gordon Brown liderliğinde bu zorluk katmerleniyor. Nitekim kamuoyu yoklamalarında bir ara İşçi Partisi Muhafazakârlara göre yüzde 20’yi aşan farkla geriye düşmüştü. Gerçi son zamanlarda bu fark yüzde 8-9’lara kadar düştü ama yine de durum ortada.
Yani iktidara büyük olasılıkla Muhafazakârlar gelecek görünüyor. Fakat krizin en kötü döneminden yararlanarak iktidara gelseler dahi kendilerini pek de mutlu etmeyecek bir tablo bekliyor. Muhafazakârlar en az 2 yıl krizin hasarını ortadan kaldırmakla zaman geçirecek.
Londra metrosu ve İstanbul
Eskiden Londra’da metroyla bir yerlere gitmekten gocunmazdım. Şimdi yerin altına inmek bana zor geliyor. Ama tabii trafiğin yoğun olduğu saatlerde zaman kazandırıyor. Öteden beri düşünürüm; dünyanın ilk metrosu olan bu ulaşımı neden biz hâlâ beceremiyoruz. Londra metrosunun ilk parçasına (Paddington-Farrington arası) 1863’te başlanmış, daha sonra da 1906’ya dek çoğu hat tamamlanmış.
Süre uzun gelebilir. Ama o zamanlar tünellerin kazma kürekle açıldığı unutulmamalı. Şimdi ise tünel açıcı aletler var. Kaldı ki İstanbul metrosu da nerdeyse 20 yıl önce başlandı. Londra’da o zaman trafik sıkışıklığı sorunu yoktu. Yolcu sayısı itibariyle metro kârlı değildi. Nihayet kişi başına gelir (yani imkânlar) bugünkü Türkiye’ye göre en az 50 kat daha fakirdi. Ama onların uzağı gören yöneticileri vardı. İşte fark burada..