Hurşit Güneş

Hurşit Güneş

hgunes@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Pekiyi, Türk bankaları sağlıklı mı? Mali bünyeleri güçlü mü? Kamu bankaları kriz öncesi çok hastaydı. Hükümetlerin popülist nedenlerle ucuz kredi vermeye zorladığı bu bankalar piyasadan pahalı biçimde borçlanıyordu. Bu zarar 2001 yılında Hazine tarafından borç senetleriyle karşılandı. Bankalar da bunları Merkez Bankası'nın gecelik olanaklarından kırdırdı. Bu rakam 18,5 milyar euroydu. Kamu bankalarına doğrudan 2,9 milyar, TMSF bankalarına da 27,1 milyar euro sermaye basıldı. Böylece kriz sonrası kamu bankalarına toplam 48,5 milyar euro kaynak ayrılmış oldu ve ülkemizde sermaye yeterlilik oranı yüzde 25'i aştı. Oysa AB ortalaması bu oran yüzde 12,5, yeni üyeler arasında ise yüzde 17. Yabancılara banka satmak moda oldu. Maşallah yabancılar da bu ekonomi, bu kadar bankayı kaldırır mı, demiyor. Önüne geleni alıyor. Demek ki, Türk bankacılık sektöründe göremediğimiz bir gelecek var. Özel bankalara da patronlar sermaye ekledi. Çünkü bu bankalar aslında aldıkları riskli pozisyonlar dışında para kazanmıyordu. O dönemde Hazine döviz kuru riskini üstüne almasına rağmen, batık kredilerin temizlenmesi için (çok laf üretilmesine rağmen) hiçbir şey yapılmadı. Buna rağmen, bankacılık kesimi şu anda daha temiz bir kredi portfoyüne sahip. Ülkemizde bankacılık oldukça yoğunlaşmış bir sektör. Ancak bu AB'den daha fazla değil. İlk 5 bankanın sektördeki payı yüzde 60, AB'de ise yüzde 63. Üstelik yeni üyeler arasında yoğunlaşma yüzde 71. Ülkemizde bankacılık hâlâ kamu ağırlıklı; yüzde 33. AB ortalaması yüzde 8, yeni üyeler arasında ise yüzde 11. Bu ağırlığın azaltılması yönünde en büyük adım Halk Bankası'nın özelleşmesi olacak. Vakıfbank'ın da satılmasıyla kamuda bir tek Ziraat kalacak ve kamu payı yüzde 20'nin altına düşecek. Bu da tarımın hâlâ önemli olduğu bir ülkede normal bir oran. Krediler daha temiz Türkiye'de bankaların ortalama boyutu oldukça küçük. Banka başına ortalama aktif 3,5 milyar euro kadar. Oysa AB'nin üyeleri arasında bu 5,5 milyar euro. Ölçek yetersiz olunca haliyle kârlılık da olumsuz etkileniyor. Öte yandan, AB'de banka başına ortalama 36 şube düşerken Türkiye'de 125 şube düşüyor. Çünkü bankacılığın yapısı farklı. AB'de kurumsal bankacılık yaygınken, Türkiye'de hâlâ tasarruflar üzerinden geleneksel perakende işleri yapılıyor. Bu nedenle Türkiye'de şube başına 21, AB'de ise 27 personel bulunuyor. Ortalama aktif düşük (%) AB Yeni üyeler Türkiye Aktif/GSYİH 422 111 64 Mevduat/GSYİH 169 69 40 Krediler/GSYİH 147 55 20 Kredi/T. Aktifler 45 32 Batik Kredi oranı 3,1 6,3 Personel masraf/T. Aktifl. 0,88 0,79 Yukarıdaki tabloda, Türkiye'de milli gelir içinde bankacılık kesiminin yetersizliği görünüyor. Hala bankaların aktifleri milli gelirin yüzde 63'ü kadar. Oysa AB'de bu tam 7 kat fazla! Mevduatlar da AB'de daha yüksek. Tasarruf eğiliminin daha yüksek olması nedeniyle Türkiye'de mevduatların milli gelir içindeki payı yüzde 40 iken, AB'de tam 4 kat daha fazla. Kredilerin durumu ise daha vahim. Türkiye'de krediler milli gelir içinde yüzde 20'lik bir paya sahip, AB'de ise bu oran yüzde 150! Yani bankacılık büyümeyi finanse etmiyor. Batık kredi oranı AB'ye göre 2 kat daha fazla. Toplam aktifler içinde personel masrafları ise hemen hemen aynı. Maaşların daha düşük olduğu göz önüne alınırsa orandaki bu benzerlik aktiflerin daha düşük olmasından kaynaklanıyor. Kısacası, durum hiç de parlak değil. Dolayısıyla, Türk bankacılık sektörüne ilgi gösteren yabancıların mevcut durumdan çok, geleceğe yatırım yaptığı düşünülebilir. hgunes@milliyet.com.tr