Darbeler ve demokrasi her yurttaşı yakından ilgilendiriyor. Ancak bir konuyu unutmamak gerek; Türkiye’nin son 50 yılına baktığınızda hemen her darbenin ardında bozuk bir ekonomik düzen ya da ekonomik kriz olmuştur. Darbeleri hazırlayan kurumlar olmaktan çok içinde bulunulan ortamlardır. Ekonomik durum iyi ise darbe yapmak çok zordur. Ekonomik durumdan da hükümetler sorumludur.
Yakın geçmişte Türkiye ekonomisi her 7 yılda bir krize girdi. 1994, 2001 ve şimdi de 2008 krizi. Elbette bu krizlerin her biri farklı nitelikte. Fakat kronik sorunlar süregeliyor. Krizlerden ders çıkarılsa bu kronik sorunlar çözülür, bir daha da kriz çıkmaz. Ama biz uslanmıyoruz. Sanki dayak arsızı haline gelmişiz.
Çözülmeyen kronik sorun
1994 krizi kamu açıkları nedeniyle ortaya çıkmıştı. Fakat o zaman da Türkiye’de sorumlular ders çıkarmadı. 1996 yılı itibarıyla bütçe açıkları tekrardan büyüdü. Ülkede tasarruf yetersizliği varken, kamu açıkları artarak sürdü.
Sonunda 2001 krizi patlak verdi. Çok yönlü olan bu krizden mali disiplin ve dalgalı kurla çıkılacağı umuldu. Küresel likidite bolluğunun yardımıyla bu krizden çıkış kolay oldu. Ama kronik sorun olan dış açıklar rekor düzeylere ulaştı.
Şimdi birçokları 2001 krizinden bir hayli ders çıkardığımız, bankacılıkta reformların tamamlandığını savunuyor. Oysa bu tez tam doğru değil. Çünkü 2001 öncesi “yönetilen kur sistemi” sürdürüldüğünden bankalar döviz pozisyonlarında açık yaratarak kâr yapıyorlardı. Dalgalı kur sistemine geçilmesiyle, haliyle bu riski alamaz oldular. Fakat bu kez de aşırı kredi risklerine girdiler. Özellikle bireysel kredide pazar payını büyütmek için özensizce kredi dağıttılar.
1994 olsun, 2001 olsun tüm krizlerde dış açık sorunu duruyor. Türkiye dış açık sorununu çözen bir büyüme modeline geçmek zorunda. Profesör Dani Rodrik’in de işaret ettiği bu; dış borçlanmayla büyüme, sürdürülebilir bir model değildir.
Çok başarılı sanılan AKP hükümeti 2002’den bu yana bu modeli benimsemiş, hatta ekonomi tarihinin en ağır borçlanmasını yapmıştır. Bugün IMF kapısına yanaşılmasının nedeni de budur. TÜSİAD da bu stratejiye dayalı olarak gelişen sermaye kesimi olduğu için şimdi ısrarla IMF’yle anlaşmayı arzu ediyor.
Modelin başarısı ve demokrasi
Ne yazık ki, ekonominin yapısı temelden bozuk görünüyor. Kısa vadede IMF’siz, yahut dış borçlanmasız yola devam etmek neredeyse olanaksız. Çünkü hem üretim, hem de tüketim yapısı egemen olarak dışa bağımlı görünüyor. Bunu değiştirmenin bir yolu enerjide dışa bağımlılığı azaltmak, bir diğer yolu da ihracatın hızla gelişmesi için makroekonomik politikaları yeniden tasarlamak ve ithalat bağımlılığını azaltmaktır.
Elbette bunlar bir günde değişecek şeyler değildir. Ancak krizden ne zaman çıkacağımızı tartışacağımız yerine, nasıl bir stratejiyle çıkacağımızı yahut daha sonra nasıl bir ekonomik düzene geçmemiz gerektiğini tartışmamız çok daha yerinde olacaktır.
Unutmayalım; demokrasinin işlerliği ve derinleşmesi ekonomik istikrar ve hızlı kalkınma ile yakından ilintilidir. Demokrasi ona müdahale eden kurumların yıpratılmasıyla güçlenmez. Demokrasi ancak halkın oyu ile gelen siyasal iktidarların ülke kalkınmasında doğru stratejileri uygulaması ve başarılı olmasıyla güçlenir.