Gösterge ABD'nin dış açığını kapatmada bir sorunu yok. Birincisi, inanılmaz boyutta yabancı sermaye çekiyor. İkincisi, bu açığı finanse edememek gibi bir sorunu zaten olmuyor. Çünkü bu açığı finanse ettiği döviz yine kendi parası. Türkiye ise her an tıkanabiliyor.Her iki ülkenin de böyle bir sorunu yaşaması ekonomilerin daha çok tüketimle yürür olmasından kaynaklanıyor. Daha doğrusu, her iki ülkedeki tüketim ve yatırımlar milli geliri aşıyor. Hal böyle olunca borçlanmak kaçınılmaz oluyor. Yukarıdaki grafikte tasarrufların yatırımlarla arasındaki fark görülüyor. Dikkat edilirse, kriz yılı olan 2001'de tüketim ve yatırımlar aniden frenlenmiş, böylece tasarruflar yatırımları aşmış. 2002 yılında ise denklik sağlanmış. Fakat sonraki yıllarda yatırımlar alıp başını artınca tasarruflar yetmez hale gelmiş. Üstelik 2004 yılından sonra tasarruflar oransal olarak düşmüş. Aradaki fark milli gelirin yüzde 7'sini bulmuş. Yani cari açık kadar bir fark oluşmuş. Peki, ne yapmalı da tasarrufları artırmalı? Buna iki tür yanıt var. Kimisi gelir düzeyi arttıkça tasarrufların artacağını söylüyor. Kimisi de reel faizlerin yüksek tutulmasının gerektiğini savunuyor. Biz birinci teze daha yakın dursak da bu tez kısa vadede bir çözüm sağlamıyor.Sadece gelir artışıyla tasarruf düzeyi artsaydı Amerikan ekonomisinde tasarruf açığı olmazdı. Kısacası, gelirin nasıl sağlandığının tasarruflarla çok yakından ilişkisi var. Diğer bir deyimle, ülkede üretilen mal ve hizmetlerin bir kısmının ülkede yaşayanlara değil, dış dünyaya satılması gerekiyor. Bu ilk bakışta içeride tüketimin azalması nedeniyle refahın düşmesidir. Ancak borçla elde edilen tüketim de o borcu ileride ödeyecek kuşağın daha sonraki tüketiminden çalındığı da unutulmamalı. Amerikan ekonomisinin en büyük zaafı dışı açığı. Türkiye'nin de öyle. Ancak Amerikan ekonomisinin dış açığı milli gelirine oranla çok daha düşük. ABD'nin milli geliri 12 trilyon dolar civarında, dış açığı ise 800 milyar dolar kadar. Yani açık kabalama olarak milli gelirin yüzde 5'i ediyor. Oysa bizde milli gelirin yüzde 8'ine yaklaşıyor. Üstelik, giderek değer kazanan bir ulusal parayla. Kısacası, Türkiye için dış açık daha büyük bir sorun. Bu ülkeye ithalat kapılarını açarak daha fazla tüketmeyi Turgut Özal kazandırdı. Keşke Özal bunu kamu açığı varken yapmasaydı. Ama yaptı. Fakat yine de Özal bu politikayı sürdürürken kurun yüksek olmasına özen gösterdi. Şimdi ise kur çok değerli. Eğer dış açığımız sınırlı kalsın ya da tasarruf oranı yüksek olsun istiyorsak hem kur yüksek olmalı, hem de içeride sıkı maliye ve para politikası uygulanmalı. En azından maliye politikası sıkılmalı. Yani hem bol bol tüketelim bol bol ithalat yapalım, hem de borçlanmayalım mümkün değil. Dış açığı büyümeye bağlamak da doğru değil. Dikkat edilirse, son yıllarda büyüme oranı aynı kaldığı halde (hatta bu yıl düşecek) dış açık düşmüyor. hgunes@milliyet.com.tr Özal'ın farkı