Bu hafta ekonomi haber dünyasının ana başlıklarının çoğu Avrupa Birliği ülkelerinin Yunanistan konusunda fikir birliğine başvurmalarıydı. Sonuç şu oldu; “IMF’ye git, desteği biz vereceğiz.” Piyasalar da bunu iyi karşıladı. Sanıyorum, doğrusu da buydu. Ayrı bir Avrupa Para Fonu kurmanın hiçbir anlamı olamazdı. Bir AB ülkesinin de IMF kaynaklarına müracaat etmesi hiç de sanıldığı gibi euro için tehdit sayılmazdı.
Tabii bu konuda özellikle Almanya’nın konumu son derece önemliydi. Çünkü AB fonlarının da ana kaynağı hâlâ Almanya. Onlar veriyor, Fransız çiftçi keyif çatıyor. Ya da Doğu Avrupa’nın köhne kentleri bu fonlardan restore ediliyor. Gerçi artık Almanya da “yeter” dedi. Yani sırf ihracat yaptığı ülkelerde talep olsun diye bütçesini hep yardımlara tahsis etmesi pek de doğru değil.
IMF boyunduruğu
Şimdi bundan böyle Yunanistan IMF boyunduruğunda orta vadeli bir mali disiplin dönemine girecek. Ve haliyle de ekonomisi daha yavaş büyüyecek. Fakat bu ne euro için bir sıkıntı yaratacak, ne de diğer ülke ekonomileri için... Sadece siyasal ve toplumsal açıdan zor bir dönem olacak...
Haftanın bir başka olayı da şu meşhur Çin parasının değerinin yükseltilmesi; yani revalüasyondu. Hafta içinde ABD Hazine Bakanı Tim Geitner bunun kaçınılmaz olduğunu, eninde sonunda yapılacağını beyan etti. Biz katılmıyoruz. Öteden beri bu konuda ABD’nin Çin üzerindeki baskısı gözleniyor. Ama Çin direniyor. Uzun yıllar da bu direnç sürecek görünüyor.
Birçok ekonomist bir revalüasyonun zorunlu olduğunu düşünüyor. Hatta kimileri bunun gecikmesiyle sürekli devalüasyonlar yapıldığını söylüyor. Çünkü Çin’deki enflasyon diğer ülkelerden daha düşük. Bununla beraber bu konuda ana sorun Çin parasının değeri değil. Tıpkı Türkiye’deki tekstil kesimi gibi rekabete ve maliyet avantajına dayanamayan kesimler, örneğin emek yoğunluğu yüksek kesimler, zamanla batıyor. Gelişmiş Batı ülkelerindeki bu kesimler Çin’den gelen ürünlerle rekabet edemiyor ve bunu da Çin parasının değerine bağlıyor.
Yine teknoloji ve katma-değer
Oysaki çözüm ortak; teknoloji ve katma değeri yüksek kesimlerde yoğunlaşarak bu dış açık sorunu hallolabilir. Bir de aynaya bakmakta yarar var. Başta ABD olmak üzere artık bazı ülkelerin tasarruf oranlarını yükseltmesi şart... Hem kamu açıkları azaltılmalı, hem de para politikaları daha gevşek olmalı. ABD bu kadar yıl, bu kadar kamu açığı verirse, bu kur politikasıyla elbette dış açık verir. Bu durumda kabahati de Çin parasının değerine bağlaması doğru değil.
Hafta içinde TL de epeyce dalgalanma gösterdi. Euro-dolar paritesine bağlı olarak küçük dalgalanmalar gösterdi. Fakat bizim için dolar-TL değeri değil, euro-TL değeri... Dolara bakarak TL değer kaybediyor sanıyoruz ama aslında paramız dış ticaret açısından euro’ya karşı değer kaybetmeli. Dolar ise ucuz olmalı. Çünkü döviz gelir-gider dengemiz bunu gerektiriyor.