Hiç kuşkusuz kriz gerek ekonomik gerek siyasal yapıda önemli farklılıklar getirdi. Mesela geçmişten kalan bir siyasal kadronun çoğu tasfiye oldu. Yine geçmişte geçerli olan birçok siyasal davranış alışkanlığı değişti. Siyasetçiler reform ihtiyacını daha sık dile getirir hale geldi ve popülizmden uzak durmaya başladılar. Bunlar hep olumlu değişiklikler. Son ekonomik krizden bu yana neredeyse tam altı yıl geçti. Az değil. Bu süre içinde epeyce değişim gerçekleşmiş olmalı. Aslında, her kriz, ders alındığı takdirde, yeni fırsatlar yaratır. Bu nedenle geriye dönüp bu krizden hangi dersleri alındığına bakmakta yarar var. Ekonomik alanda devletin büyük ölçüde yeniden yapılanması sağlandı. Özelleştirme hızlandı. Bütçe disiplininde reformlar yapıldı. Vergi idaresinde etkinliği artırıcı önlemler alındı. Para politikası bağımsız bir nitelik kazandı. Kısacası, epeyce mesafe alındı.Bununla beraber, bugün hâlâ devletin etkin biçimde çalıştığını savunmak zor. Vatandaşa nitelikli ve hızlı hizmet verilmiyor. Örgütlenme sistemi çok hantal olduğundan ve teknoloji de yetersiz kullanıldığından, devletin çalışma mekanizması ya da işleyişi hiç etkin değil. Diğer bir deyimle, devlet hâlâ kaynakları israf ediyor.Mesela, krizden bu yana bu denli özelleştirmeye rağmen devlet küçülmüş değil. Aksine, kamu harcamalarının milli gelir içindeki payı giderek artıyor. Parasal harcama artarken hizmetler artmıyor. Oysa kriz sonrası uygulanan programın temel hedefi devletin küçülerek yerine daha etkin ve verimli bir özel sektör yapısı oluşturmaktı. Demek ki, reform atılımının yarısı boşa çıkmış. Önemli ekonomik değişimler Gelelim diğer yarısına, yani özel kesime. Kriz sonrası özel kesimin daha verimli hale geldiğini verilerden izliyoruz. Ama bu verimlilik artışının ardında en önemli etken reel ücretlerin düşmesiyle kur baskısı karşısında var olabilme savaşı. Örneğin sanayi kesimine baktığımızda, üretim teknolojisini yenileyen, örgütlenmesinde radikal değişimlere giden çok az şirket görüyoruz. Bu dönemde küçük şirketlerin sermaye yapılarında güçlenme gözlenmezken, büyük şirketlerin de yabancı sermayeye hisselerini devredip bir kenara çekilme refleksine kapıldığı görülüyor. Yeni yatırımlara girerek bölgesel güç olma yahut yeni ürün desenlerine geçerek dış rekabette yeni açılımlar arayışında olan şirket sayısı da az. Hiç kuşkusuz, altı yılın sonunda ekonomik istikrar ya da makro dengeler açısından daha iyi bir noktadayız. Ancak kabul etmeliyiz ki, varılan bu yeni denge daha fazla iç tüketim odaklı, daha fazla dışa bağımlı, kısacası daha fazla borç yaratan bir yapıyı da beraberinde getirdi. 2007 bir seçim yılı. Krizin ardından gelen bu hükümet tam beş yıl ekonomiyi yönetmiş olacak. Dolayısıyla seçim gündemine uluslararası rekabette Türk sanayisinin geldiği yer konmalıdır. hgunes@milliyet.com.tr Özel kesim dönüşemedi