Hurşit Güneş

Hurşit Güneş

hgunes@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Artık yola IMF’siz devam ediyoruz. Bazıları bunu olası bir erken seçime yoruyor. Diyorlar ki; hükümet her an seçim olabilir kaygısıyla IMF’yi istememiş olabilir. Bizce işin doğrusu, sürekli “kriz teğet geçti” diyen bir Başbakan’ın hangi tarihte olursa olsun seçimlerde IMF ile anlaşmış olması onu zora sokardı. Edilen bir yanlış sözün bedeli de ağır ödenecek.
Pekiyi gerçekten IMF’ye ihtiyaç var mıydı? Birçoklarına göre krizin en olumsuz noktasını bile IMF’siz atlattığımıza göre bugün artık IMF’ye ihtiyaç kalmadı. Onlara göre mali kural yeterli. Önce IMF’nin neye yaradığını tartışalım. IMF talep eden ülkelere ucuz maliyetle mali yardımda bulunuyor. Bunun karşılığında da genellikle mali disiplin talep ediyor ve bunu da sıkıca denetliyor. Bu aynı zamanda o ülkenin kredi piyasalarından daha ucuz borçlanmasını sağlıyor.

Mali disiplinden kaçış
Elbette herkes ucuza borçlanmak ister. Ancak bazı ülkeler mali disiplin istemiyor. Yahut da bunun IMF tarafından denetlenmesini uygun bulmuyor. Bu ülkeler genellikle bütçe açığı veren ya da vermek isteyen ülkeler oluyor. Anlaşılan o ki, Türkiye de bunlardan biri.
Bize kalırsa Türkiye’nin “kısa vadede” IMF’ye ihtiyacı var. Var, çünkü hiçbir başka önlem alınmıyor. Ne iç açık, ne de dış açık konusunda. Örneğin 2010 yılında bütçenin 50 milyar TL açık vereceği hesaplanıyor. Bu geçmiş borçlarla birlikte kamunun 200 milyar TL’ye yakın bir borçlanma yapmasını gerektiriyor. Oysa bu geçen yıl 140 milyar TL’yi bile bulmuyordu. Dünyada likiditenin daralmaya başlayacağı, risk iştahının da önceki dönemlere göre çok daha sınırlı olduğu bir konjonktürde Hazine bunu bulmakta ve borçlanmakta, hele yılın ikinci yarısında bir hayli zorlanacaktır. Zaten faizler küresel olarak yükselme trendinde olacağı için beklenmeyen faiz artışları gözlenebilir. İşte ilk olarak bu nedenle IMF’den belli bir miktarda “rahatlatıcı” borca gerek var.

İki açık sorunu
İkincisi, dış açık da 2010 yılında ciddi bir sorun olarak gözüküyor. 2009 yılında cari açık oldukça sınırlı kalmıştı. İç talepteki ve emtia fiyatlarındaki küresel çöküş nedeniyle ithalat faturası çok düşmüş ve açık sorun olmaktan çıkmıştı; 13 milyar dolar. Ama bu yıl gelişmeler (sınırlı da olsa) ters yönde. 30 milyar doları bulan bir dış açık öngörülmelidir. Nitekim ocak ayının dış açığı geçen yılın tam 6 katı oldu. İçinde bulunduğumuz küresel ortam ise böylesine bir açığın finansmanının kolay olmayacağını gösteriyor. Bu nedenle bir miktar IMF borcu işleri kolaylaştırabilirdi.
Pekiyi bunlar çözüm mü? Hayır! Türkiye’nin tasarruf oranını artırması, böylece iç ve dış açıklarını da kapatması gerekiyor. Bu da mali disiplin kadar özel kesimin kârlılığının yükseltilmesini, öte yandan, döviz kuru düzeyinin değişerek ihracatın artırılmasını gerektiriyor. Aslında IMF ile anlaşmalar hep bizi bu kökten çözümlerden uzaklaştırıyor. Sadece sorun geçiştirilmiş oluyor.
Yani hiç IMF olmasa da biz bu sorunları kökten çözsek en iyisi. Fakat bu hükümet hem çözmüyor, hem de IMF’den kaçıyor. Ne diyelim; hayırlısı.