Ama işin en alaturka tarafı, bu sorunun nasıl çözüleceğini tartışmaktan çok, neden zarar vermeyeceğini hep konuşuyoruz. Kimileri, "Finanse edilen cari açık sorun değildir" diye safsata yapıyor. Tıpkı bir doktorun "Bugün ölmeyeceğinize göre sorun yok" demesi gibi.Yahut tıpkı AIDS gibi. Karadenizliye sormuşlar, "Rus hayat kadınlarıyla düşüp kalkıyorsun, ya AIDS mikrobu kaparsan?" O da yanıtlamış; "Pize pir şey olmay, piz hamsi yeruz". Türkiye bu gidişle 2007 yılında milli gelirinin yüzde 8'i kadar cari açıkla karşı karşıya kalacak. Ancak unutmayalım, bu milli gelir içindeki pay. Ve milli gelir rakamları da yerli para biriminden ölçülüyor. Payda olan bu rakam dolar bazına çevrilirken, kur düşükse, ortaya yüksek bir rakam çıkıyor. Herhalde meslektaşlarımızın son 2 yıl içinde en önem verdiği konu cari açık. Bu olgu gelişmekte olan ülkeleri krize sokan temel etmen olduğu gibi, Türkiye'nin de kronik sorunu. Yani oldum olası baş belamız. Ama diyelim ki, kur yüzde 10 değer kaybetti. Bu durumda cari açığın milli gelire oranı daha da büyümeyecek mi? Bu durumda cari açığın da daralacağı savunulabilir. Ama unutmayalım, cari açık kurun her düzeyinde esneklik göstermeyebilir. Yani, yüzde 10'luk bir değer kaybına cari açık çok az tepki verebilir. (Ki sanımız da bu yönde.) İşte bu durumda daha da riskli bir durumla karşı karşıya kalınacaktır.İkincisi, ülkemizde cari açığın finansmanı iki yıldır doğrudan yabancı sermaye akımlarındaki artışla karşılanıyor. Ancak doğrudan yabancı sermaye niteliği itibariyle, Çin'den ya da AB'ye yeni üye olan Doğu Avrupa ülkelerinden hayli farklı. Bu ülkelerdeki yabancı sermaye daha çok yeni tesisler yarattı. Ülkemizde ise mevcut bankalar ya da diğer sektörlerdeki mevcut tesisler satın alınıyor. Bunlar da bayağı azaldı. Dolayısıyla, 2007 yılının sonlarına doğru bu türdeki girişler azalırsa ne olacak?Bir başka nokta da, AB'ye üye olan ülkelerin çoğunda uzun süre cari açık olgusunun yaşandığı tezi. Gerçekten bu ülkelerde birdenbire artan ithalat talebi ciddi boyutta bir cari açık oluşturmuştu. Ancak bu ülkelerde ithalatın milli gelire oranı zaten çok düşüktü. Oysa ülkemizde ithalatın milli gelire oranı zaten oldukça yüksek; milli gelirin üçte biri kadar. Kur değer kaybederse... Bu karşılaştırmayla içleri ferahlayan meslektaşlarımıza bir başka hatırlatma daha yapalım. Cari açığın milli gelire oranı tartışılsa da, aslında cari açığın salt büyüklüğü de son derece önemlidir. Küçük bir ülke şu veya bu nedenle milli gelirine oranla yüksek cari açık verebilir. Ve bu onu kısa vadede krize sürüklemeyebilir. Fakat kesinlikle 30 milyar doları aşan bir cari açık o ülke için büyük risktir. Kimileri de ABD'nin durumunu önümüze konuyor. Malum, ABD ekonomisi 850 milyar dolarlık dış ticaret açığı veriyor. Ve kriz olasılığı düşük. Çünkü bu açığı ABD yabancı sermaye akımlarıyla olduğu kadar, kendi merkez bankasının bastığı para birimiyle finanse ediyor. Mali piyasalarının da son derece güçlü olmasının yanı sıra, kendi parasının rezerv para olması özelliği de son derece önemli. Kısacası, yıl sonunda 30 milyar doları aşacağı gözüken cari açık karşısında para ve maliye politikalarının kısılmasının yetersiz kaldığı, başka önlemlerin zorunlu hale geldiği anlaşılıyor. hgunes@milliyet.com.tr Rakam çok büyük