Hurşit Güneş

Hurşit Güneş

hgunes@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Birincisi, patronların eline nakit geçiyor. Hatta kimileri banka geliştirerek çok ciddi kârlar yapıyor. Kısa sürede maliyetinin birkaç katına bankasını satanlar oluyor. İkincisi, bankacılık kesiminde hâlâ sermaye yapıları çok güçsüz. Patronların elinde bankaya koyacak ek sermaye olanağı bulunmuyor. Yani ancak satarsa bu yükten kurtulacak. Üçüncüsü, bankacılık sanıldığının aksine yeterince kâr sağlamıyor. Çok daha verimli alanlar bulunabilir. Kaldı ki, hâlâ finans kesiminin boyutu küçük. Türkiye'de yabancılar sürekli banka alıp duruyor. Hafta içinde Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener sektördeki yabancı payının yüzde 30'a çıkacağını belirtiyordu. Şener'e göre şu anda onaylanmış yabancı payı yüzde 15. Ancak borsa paylarıyla birlikte bu yüzde 31'e çıkıyor. Bu süreç, kimilerini kaygılandırırken, kimilerini farklı nedenlerle sevindiriyor. Önce sevinenlerin nedenlerini anlayalım. Kimileri de yabancıların sektörde hizmet kalitesi ve maliyet kolaylığı sağlayacağını düşünüyor. Oysa bu doğru değil. Çünkü o ülkenin ve müşterinin riski fiyatta daha egemendir. Üstelik yerli bankalar teknolojik ve insan kaynağı bakımından yabancıların hiç de altında değil. Peki, kaygı nedenleri ne? Bazıları bankacılığın stratejik olduğu kanısında. Bunlar da iki grup. Birincisi, yabancıların sektörde belli bir oranı geçtiği takdirde tehlike arz edeceğini düşünüyor. İkincisi de, sektörde yabancıların bulunmasına tümüyle karşı. Yani, finans tümüyle yabancıların eline geçerse ekonominin tüm kaynaklarına hâkim olacağı kaygısını taşıyorlar. Belli bir oranı geçmesini riskli görenler ise, yerli ve desteklenmesi gereken toplumsal ya da ekonomik kesimlerin desteklenemeyeceğinden kaygı duyuyor.Ancak bu kaygılar yersiz. Çünkü musluğun başında Merkez Bankası duruyor. O da milli. Üstelik Anayasa'da açık kamulaştırma maddesi var. O da orada durmalı. Ne olur ne olmaz. Sonra, Yunanlı ile Fransızın her zaman menfaatlerinin paralel olacağı ve Türkiye'ye karşı beraber hareket edeceği varsayılmamalı. Her bankayı farklı ülke bankası alıyor. Nihayet, yüzde 100'ü satılan büyük banka yok. Garanti Bankası'nın dörtte biri, Akbank'ın yüzde 20'si, Yapı Kredi'nin yüzde 38'i yabancılar tarafından alındı. Daha çok orta ölçekli bankalar tümüyle satıldı. Demirbank, Dışbank, Finansbank, Denizbank ve şimdi de Oyakbank gibi. Nereye kadar? Yabancılar neden bankalara ilgi duyuyor? Bunu da anlamak gerek. Birincisi, ülkemizde bankacılık kesiminde kurumsallaşma göreli olarak daha yüksek. Daha şeffaf bir yapı var. Son yıllarda riskler de daha iyi denetleniyor. İkincisi, diğer kesimlerde çoktan yabancı sermaye girmişti ama bu kadar büyük paralar ödenmediği için kimse farkında değildi. Bir de çoğu AB'ye tam üye olan ülkede böylesi bir eğilim gözleniyor: Önce finans sektörüne giriyorlar. Peki, bu oran nereye kadar çıkar? Bu soruyu da yanıtlayalım. İş Bankası yabancıya satılamaz. Ziraat de öyle. Demek ki, Türkiye'nin iki büyük bankası yerli olacak. Daha sonra gelen Akbank, Yapı Kredi ve Garanti'nin de içinde yabancı sadece ortak. Demek ki, büyük ölçekli bankalar arasında tümüyle yabancı olmayacak. Orta ölçekli olup da satın alındıktan sonra piyasa payını hızla büyüten banka pek olmadı. Aksine, yabancılar temkinli hareket etti. Bu nedenle yabancıların finans kesimindeki bu girişleri şimdiye kadar pek bir risk oluşturmadı. Herkes rahat etsin. hgunes@milliyet.com.tr Kimi çok kaygılı kimi değil