Neredeyse 30 yıl önce Cenevre'de Kıbrıs müzakeresi sürerken, Başbakan Bülent Ecevit ile Dışişleri Bakanı rahmetli Turan Güneş arasındaki bu parolayla İkinci Barış Harekatı başlamıştı. O zamanlar Yunanistan'da askeri yönetim, Türkiye'de ise genç ve demokratik bir iktidar işbaşındaydı. Köhne Yunan idaresine karşı, Türkiye'nin bu çağdaş görünümü etkileyici oluyordu.
Kıbrıs'ta Sampson darbesiyle Makarios idaresi devrilmiş, Enosisçi yani "anavatan Yunanistan'la" birleşme süreci başlatılmıştı. Adadaki azınlık Türkler baskı altındaydı, çaresizdi. Malum o zaman Avrupa Birliği de yoktu. Kıbrıslı Türklerin tek yasal garantörü Türkiye adaya gereken askeri çıkarmayı yapmak zorunda kalmıştı. Böylece Yunanistan karışarak askeri idare düştü. Kısacası, Türkiye bir taşla iki kuş vurarak, saygınlığını daha da artırdı.
Türkiye elbette o müdahaleyi sadece Kıbrıs'taki Türkler için yapmadı. Stratejik olarak Kıbrıs'ın bir Yunan bölgesi haline gelmesi Akdeniz'de sıkıntılar yaratacaktı. Ve aradan yıllar geçti. Bu süreçte ne Kıbrıs'taki Türk azınlık Rumlardan eziyeti gördü, ne de Türkiye güneyden çevrildi. Adanın kuzeyinde oluşan bağımsız Türk devleti ise Türkiye tarafından korundu.
Ancak bu devleti bizden başka hiç kimse tanımadı. İşte sıkıntının temel kaynağı da bu. Hiç kimsenin tanımadığı bir devlet yaşayabilir mi? Bu durumun sürdürülemeyeceği aşikar. Kıbrıslı Türklerin geleceğinin belirlenmesi gerekiyor.
Sıkıntının geçici tarafı ise Yunanistan'ın ardından Güney Kıbrıs'ın da AB'ye tam üye olması. Gerek AB, gerekse Yunanistan Kıbrıs'ın bütünüyle AB'ye girmesini istiyor. Yani Türk kısmının dışarıda kalmasını istemiyorlar. Çok da mantıklı. Güney Kıbrıs AB'ye adanın Türk tarafı olmadan girerse, Türk tarafı ileride oluşan şartları kabul etmek zorunda kalabilir. Yani, iltihak tek seçenek haline gelir.
Fakat öne sürülen Annan planının Türkler tarafından kabul edilmesi de çok zor görünüyor. Başta TSK, ardından da CHP'nin gösterdiği direnç de buradan kaynaklanıyor. Kısacası, kabul etsen bir türlü, etmesen başka türlü.
Öte yandan ülkemizdeki liberal - sağ kesim Kıbrıs sorununun AB'ye tam üye olma sürecinde engel olmaktan çıkarılmasını, Annan planının genel olarak kabulünü savunuyor. Tabii çok teslimiyetçi bir yaklaşım bu. Zor bir metnin Türkler tarafından hazmedilmesi gerekiyor. Üstelik, Türkiye'nin AB'ye tam üye olmasının Kıbrıs şartına bağlı olmasını anlamak olanaksız.
Bununla beraber, yıllardır kimsenin tanımadığı bir KKTC ile dış politika sürdürülemez. Türkiye'nin Kıbrıs sorununu AB için değil, bir bölgesel kördüğüm olduğu için çözmeye çalışması gerekiyor. Kaldı ki, AB süreci olumsuz bir doğrultuya girse Türkiye Kıbrıs'ta bir çözüm arayışı içinde olmayacak mı? Elbette olacak.
Evet, Ayşe'nin tatili artık uzun sürdü. Şartlar o günden çok farklı. Çözüm de elbette farklı olacak. Nihayet unutmayalım; uzlaşma demek, iki tarafın da istediklerinin harfiyen gerçekleşmemesi demektir. Bunu içimize sindirirsek çözüm de sağlanır.