Salı günü, bu yıl İstanbul’da düzenlenen İktisadi Dinamikler Derneği’nin toplantısının “Kriz-sonrası küresel iktisadi düzen ve Türkiye ekonomisi” başlıklı açılış oturumunu izledik.
Önce Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz kısa bir konuşma yaptı. Başkan Yılmaz, Türkiye ekonomisinin küresel krizden çıkışa daha çabuk tepki vereceğini düşünüyor. Üstelik bunu ilk çeyreğe ilişkin daralmanın açıklanmasından sonra belirtmesi daha da ilginç.
Bununla beraber bu görüşe biz de katılıyoruz. Çünkü dünyanın büyük ekonomileri içinde en sert daralma gösteren Türkiye olduğuna göre baz etkisiyle çıkışı da hızlı olabilir.
Fakat Yılmaz’ın belirttiği gibi, artık 2003-2007 sürecindeki o eski Lale devrine dönüş zor. 2010 yılında, işsizliğin azalması bir yana, aynı düzeyde kalması bile olumlu sayılabilir. Profesör Seyfettin Gürsel’i şu aralar oldukça memnun eden düşük faiz, yüksek kur dengesinin de kalıcılığını tartışmak gerek.
Yeni bir makro strateji gereği
Çünkü faizler de, kur da iradi bir strateji değişiminden çok, küresel konjonktürdeki değişimin sonucu olarak bu noktalara geldi. Bununla beraber Başkan Yılmaz faizlerde hâlâ indirim yapabilmek için marj bulunduğunu açıkladı.
Bu da biraz şaşırttı. Emtia fiyatlarının artmaya başladığı, hele petrolün varilinin 40 dolardan 70 dolara tırmandığı bir ortamda faizlerin (bırakınız düşürülmesini) aynı düzeyde kalması bile zor görünüyor. Ancak demek ki, dünyada toparlanma yavaş olacak ki, faizlerin de yükseltilmesi gereği çabuk doğmayacak.
Bu arada Başkan Yardımcısı Erdem Başcı konuşmasında bir başka ilginç noktaya değindi. Türkiye’de yakın geçmişte genellikle faizler yükseldiğinde, kur da yükselirdi. İlk defa faizler düşürüldüğünde kur daha yüksek bir noktada kaldı.
Doğru. Ama bunu, Merkez Bankası’nın küresel olarak düşen emtia fiyatları ve yine küresel olarak likidite genişleme politikalarına uyumlu tepkisi olarak değerlendirmek daha doğru.
Oysa gerek FED, gerekse diğer büyük merkez bankaları parasal gevşemeye, düşen enflasyona uyum sağlamak amacıyla değil, daha çok kilitlenen mali sistemi çalışır hale getirmek için gittiler. Bu farklılığı görmemek hata olur.
Rasyonel beklentiler ekolü
Türkiye ekonomisine ilişkin panel karmaşık fikirler ve gereksiz tartışmalarla doluydu. Panelin ve belki de günün en anlamlı fakat en kısa sözünü ise Koç Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Kamil Yılmaz söyledi: Yeni bir eğitim politikası tasarlamadan yeni bir ekonomik kalkınma modeline geçilemez. Fakat bu bir zorunluluktur.
Aslında kongreye Nobel ödülü sahibi Robert Lucas (Chicago Üniversitesi) ile Edward Prescott’u (Arizona Eyalet Üniversitesi) dinlemek için gitmiştim.
Her ikisi de rasyonel beklentiler ekolünün öncüleri. Küresel kriz bu ekolü de fena halde çarptığından olsa gerek, konuşmaları (diplomatik dille ifade etmek gerekirse) ilginç değildi. Çıktığımda aklımda Nobel ödüllüler değil, Merkez Bankası Başkanı Yılmaz ile Doç. Yılmaz’ın söyledikleri kalmıştı.