Hat sanatı, yalnızca kağıt ve levhalarda değil, mimari yapılarda da kullanılarak ve estetik bir etki oluşturdu. Mimari yapılarda hat yazılarının kullanımı, özellikle İslamiyet’in yayılmasıyla başladı.
İstanbul’un tarihi yapıları, sadece mimarisiyle değil, aynı zamanda ince ince işlenmiş hat sanatıyla da ziyaretçilerini büyülüyor. Osmanlı’dan miras kalan bu zarif yazı sanatı, camilerden medreselere, çeşmelerden türbelere kadar şehrin dört bir yanında karşımıza çıkarak, taş duvarların üzerine işlenmiş, zamana meydan okuyor.
‘‘Tarihi evraklarımız olmasa bile kitabeler ve mezar taşlarından yeni bir Osmanlı tarihi yazılabilir.’’ denir. Osmanlı İstanbul’u başlı başına bir kütüphanedir. Camileri, türbeleri, çeşmeleri, medrese ve mezar taşlarına kazınmış yazıları hat sanatı meraklıları için birer hazine olmaya devam ediyor. Tarihi yarımada da girdiğimiz her sokakta tarihi bir kitabeye rastlamak mümkündür.
Kelam Güzeli
İslam sanatının en önemli dallarından biri olan hat sanatı Kur’an-ı Kerim’in yazılması ile ortaya çıkmıştır. İslam sanatı, resim ve heykel gibi figüratif sanatlardan ziyade, yazıya ve yazının estetik kullanımına büyük önem verir. Bu nedenle hat, Allah’ın kelamını en güzel şekilde yazma ve muhafaza etme kaygısından doğmuştur. Harflerinin estetik ve dengeli bir biçimde kullanıldığı bu sanat, özellikle Kur’an ayetlerini, hadisleri ve duaları süslemek amacıyla camiler, medreseler ve türbeler gibi dini yapıların duvarlarını süsleyerek İslam medeniyetinin zarafetini yansıtır.
Osmanlı’da Hat
Türkler, hat sanatında zirveye ulaşan önemli bir ekol oluşturmuştur. İstanbul’un fethiyle birlikte Osmanlı hat sanatı, İslam dünyasının önceki dönemlerinde gelişen teknikleri ve üslupları alarak kendine özgü bir estetik ve disiplin kazandırmıştır. 15. yüzyılda Şeyh Hamdullah’ın Sultan II.Bayezid tarafından İstanbul’a davet edilmesiyle başlayan bu ekol, özellikle sülüs, nesih ve talik yazı türlerinde önemli gelişmeler göstermiştir. Şeyh Hamdullah, “Kıbletü’l- Küttâb” (hattatların kıblesi) olarak anılmış, eserleriyle hat sanatının temel kurallarını belirlemiştir.
17.yüzyılda Hafız Osman, hat sanatında yeni bir aşama kaydederek yazıların zarafetini artırmış, estetik açıdan daha okunaklı ve dengeli bir form kazandırmıştır. 19. yüzyılda ise Mustafa Rakım Efendi ve Kazasker Mustafa İzzet Efendi gibi üstatlar, Osmanlı ekolüne özgün katkılar sunarak hat sanatını zirveye taşımışlardır. Osmanlı hat sanatı sadece dini metinler ve mimari yapılarda değil, resmî belgeler ve sultan tuğralarında da kullanılarak eşsiz bir güzellik oluşturmuştur. Osmanlı ekolü, hat sanatına kattığı incelik, sadelik ve ustalıkla günümüze kadar etkisini sürdüren bir miras bırakmıştır.
Dile Gelen Taş
Hat sanatı, yalnızca kağıt ve levhalarda değil, mimari yapılarda da kullanılarak ve estetik bir etki oluşturmuştur. Mimari yapılarda hat yazılarının kullanımı, özellikle İslamiyet’in yayılmasıyla birlikte camilerde, medreselerde ve türbelerde Kur’an ayetlerinin ve dini metinlerin taşa nakşedilmesiyle başlamıştır. 7. Yüzyıla tarihlenen Kubbetü’s-Sahra’daki yazılar hat sanatının ilk büyük örneklerinden biridir. 19.yüzyıl’da zirveye ulaşan celi sülüs ile anıtsal hatlar taşlara yazılmaya başlanmış; Mustafa Rakım, Yesarizade, Kazasker Mustafa İzzet, Sami Efendi, Ömer Vasfi ve Ahmed Karahisari gibi büyük hattatlar, İstanbul’u eşsiz eserleri ile süsleyerek bize miras bırakmışlardır.
Osmanlı, hat sanatını zirveye taşıyan bir medeniyet olarak büyük bir estetik anlayışıyla geliştirmiştir. “Kur’an Hicaz’da indi, Kahire’de okundu, İstanbul’da yazıldı” sözü, Osmanlı İstanbul’unun hat sanatındaki ustalığını ve bu sanatı İslam dünyasında nasıl bir merkez haline getirdiğini özetleyen önemli bir cümledir. Bu söz, Kur’an-ı Kerim’in yazıya dökülmesinde İstanbul’un dünya çapındaki önemini ve Osmanlı hattatlarının bu alandaki yetkinliğini ifade eder.
İstanbul, camileri, türbeleri ve diğer mimari yapılarındaki eşsiz hat sanatı örnekleriyle, İslam sanatının doruk noktası olmuştur. Bu şehir, hat sanatının tarihsel mirasını günümüzde de koruyarak İslam sanatına katkıda bulunmaya devam etmektedir.