YAZILAN yazıldı, çizildi, nutuklar atıldı, belden aşağı da vuruldu ve yarın seçmenin tercihi belli olacak. Ardından analizler ve yorumlar dönemi başlayacak. En azından somut rakamlar üzerine konuşulacak. Atıp tutma alanı daralacak. Ama yine herkes kendine yontacak. Bu ülkedeki siyaset pratiği bu.
Demokrasi ancak seçimden seçime, sandığa gitmekten ibaret olunca tablo böyle oluşuyor galiba. Seçim araları toplar taca yapıldıkça, hayatın akışı içindeki demokrasi güdük kaldıkça seçimlere aşırı anlam yükleniyor. Her şey seçime endeksleniyor.
İktidar seçimi atlattı mı öbür seçime kadar rahat görüyor kendini. Muhalefetse iktidarı ancak seçimlerde dize getirebileceğine inanıyor. Kolay yoldan siyaset! Ayrıca seçim ekonomisi herkese iyi geliyor. Özellikle de böyle kriz dönemlerinde. “Şu seçimi bir atlatalım” diyerek olmayacak taahhütlere giriliyor, anlamsız harcamalar yapılıyor. En sonunda fatura kime çıkıyor? Kendisi ve biraz da ülkesi için en iyi kararı vermeye çalışan seçmene tabii ki! Bu sefer farklı mı olacak? 30 Mart’tan itibaren izleyin!
Bir seçim neyi değiştirebilir ki bir ülkede? Sistem kendini yenilemiyorsa, sadece siyasi partilerde değil, pek çok örgütte, dernekte, hatta muhtarlıklarda bile aynı isimler yıllar yılı yerlerini kaybetmemek için uğraşıyorlarsa seçimlerden ne beklenebilir?
Öncelik statükonun devamıyken... Bir kutup diğer kutbu besliyorken... Aydınlar bu kutuplardan birini destekleme ihtiyacı hissederken... Bir tarafa destek olmayan öteki taraftan sayılırken... Muhalif olana örtülü ya da açık tehdit, siyasetin parçası haline gelmişken... Kusura bakmayın ama bu durumda seçim, hangi statükonun size daha çok uyduğu, hangisinin işinize geldiği ile ilgilidir.
Demokrasinin asıl versiyonu çok seslilik ister. Üçüncü yollar, dördüncü seçenekler ortaya koyar... Aykırılık ister. Sorgulama ister. Parti içi muhalefet ister. Yenilikçilik ve yeni yüzler ister. Başarısızın tasfiyesini ister.. Seçim ancak çok sesli iki taraf arasındaysa ya da ses çıkaran pek çok taraf barındırıyorsa beklenilen etkiyi yapabilir. Örneğin sol gibi solun olmadığı bir seçim bu. Adaletsizliklerin kol gezdiği bu ülke, sola gerçekten bu kadar uzak mı?
Zaten bir yerel seçim bir kentin kaderini ne kadar farklılaştırabilir ki? Binlerce yıllık bir kentin rotasında ince bir ayar olabilir bu ancak. Ana belirleyiciler makro seviyede. Şimdi bu derin küresel krize İzmir Büyükşehir Belediyesinin tek başına verebileceği yerel cevap ne olabilir ki?
Hayat, pazartesi sabahı kaldığı yerden devam edecek. Başkan bu kez seçim mazereti olmadan ciddi sorunlarla boğuşacak. Krizin etkilerine göre belediyeyi yeniden yapılandıracak. Daralan ekonominin yansımalarını hafifletmeye çalışacak.
Bu arada AKP’nin küresel krizi ve bu ülkeyi yönetim biçimini seçmenin nasıl algıladığını göreceğiz. Bir erken seçim tartışması gündeme gelecek mi, yoksa AKP tek parti tek adamlığı daha da pekiştirip yola daha cesur mu devam edecek? Krizin siyasi faturası olacak mı? Aslında böylesine derin bir krizde AKP’ye kesilmeyen her fatura muhalefete kesilmiş sayılır.
İşin püf noktası demokrasinin seçimler arasındaki işleyişinin sağlıklı olması. Özgürlükçü, katılımcı, barışçı bir ortam için seçim yapmak gerekli ama yeterli değil. Demokrasiye niyet olmalı bir kere! Özel biçilmiş demokrasiye değil evrensel değerlere uygun bir demokrasiye...
Seçimlere büyük anlamlar yüklemek bazı eksiklerin ve yanlışların sonucu olsa gerek. “Yaparsın seçimi olur biter” demekle, demokrasi yarım oluyor. Demokrasi yarım olunca da köklenemiyor ve akıllar hep demokrasiyi nasıl atlatırız diye çalışıyor!