Bir doğal olayın hiç de doğal sayılmayacak bir insan afetine dönüştüğü 6 Şubat’tan sonra, konunun uluslararası boyutuna da dikkat çeken üç yazı sundum. Muvazzaf ordu gibi bir enkaz kaldırma ordusu kurulması, ruhsat ve inşaat denetim mekanizmasındaki ahbap-çavuş (yani rüşvet) ilişkisine son verilmesi için tarafları mali olarak bağlayacak bir sistem oluşturulması ve imar affı uygulamasından vazgeçilmesi önerilerimi sıraladım.
Geçen hafta Anadolu Yayıncılar Derneği’nin (AYD) İletişim Başkanlığı’nın desteğiyle yaptığı deprem bölgesi ziyaret programına katılarak Malatya’da depremin yerle bir ettiği mahalleleri, çarşıları ve enkaz kaldırma çalışmalarını görme ve Büyükşehir Belediye Başkanı Selahattin Gürkan ile görüşme imkânı buldum. Anadolu Yayıncılar Derneği, bünyesinde 320 yerel ve bölgesel radyo, televizyon, yeni medya, gazete ve dergiyi barındıran etkin bir sivil toplum kuruluşu; onun sağladığı bu imkân, sadece deprem hakkında uzaktan ahkâm kesmenin nasıl hatalı olduğunu göstermekle kalmadı; aynı zamanda iletişimci arkadaşlarımızla konuşma olanağı verdi.
Bu vesileyle deprem kuşağında yaşamanın getirdiği zorunluklar listesine bir dördüncü madde eklemek istiyorum.
Tüm dünyada halkın günlük okulu, işi, alışverişi bitirdikten sonra geldiği bir yuvası vardır. Bu yuvaların toplandığı yerlere “mahalle” denir. Eskiden mahalle arasında sadece bir ya da iki “dükkân” bulunurdu; Bakkal Ali ve Manav Hasan dışında, mahalle içinde çarşı-pazar olmazdı. Hâlâ nispeten küçük yerlerde, bu kural geçerlidir. “Kural” diyorum; çünkü mahalle kavramı, ev kavramıyla, ev de dinlenme fonksiyonu ile neredeyse eş anlamlıdır. Mahallede gürültü edilmez; mahalleden yabancı bile geçmez. Halide Edip’in Sinekli Bakkal’ına bakın: “Eğer bir yabancı durur, su dolduran kadınlarla ahbaplık ederse ona mutlaka iki yer gösterilir. Biri Mustafa Efendi’nin İstanbul Bakkaliyesi, öteki arka pencereleri çeşmenin üstüne açılan imamın evi.”
Malatya’da yıkılan veya yıkılmak üzere kepçeyle vincin gelmesini bekleyen ağır hasarlı, orta hasarlı binalara bakın. Malatya’ya gitmenize lüzum yok; kendi sokağınıza bakın lütfen. Üstü “ev” olan apartmanların bir kısmında, giriş katında ya kolon kesilerek ya da taşıyıcı perde duvarlar kaldırılarak mağazalara, galerilere, çarşılara, hatta spor salonu-yüzme havuzu için yer açıldığını göreceksiniz. Mülk sahibi kişi veya müteahhit için bu ticaret alanları ekstra pahalı satılacak unsurlar, daha sonra binalarını tahrip pahasına bu alanı elde etmeye çalışan ortak malikler ve apartman sakinleri için ise ortak masrafları azaltacak bir gelir kapısı sayılıyor. Ne var ki ticarethane ile oturmaya ayrılmış/ikametgâh alanı birbirine karışınca ortaya insani afetin boyutunu artıran bir formül çıkıyor. Uygar ülkelerde “residential” (özel konutların, evlerin bulunduğu) alan birbirine karışmaz; doktor muayenehanesi bile açamazsınız böyle bir binada bırakın oto galerisi veya süpermarket açmayı!
AYD’nin Malatya turu bu gerçeği bir kere daha hatırlattı. Her zamanki gibi, biz bu dersleri anlamadığımız için hayat her seferinde bunu bize çok daha acı şekilde anlatıyor.
Evlerimizin olduğu binalarda, sadece, kolonları kesilmemiş, taşıyıcı duvarları kaldırılmamış, sinekli veya sineksiz, bakkallara yer olmalı.