Uluslararası ilişkilerde şu anda geçerli ekol, “Gerçekçilik” adını taşıyor. Bu ekolün kurucusu Kenneth Waltz, “Ulusların ilişkisi şöyle olmalıdır, böyle olmalıdır...” diyen 19. yüzyılın “normatif” anlayışının yerini aldığında, uluslararası ortamın anarşiden ibaret olduğunu, ülkelerin bu kaosta korunabilmek için “ürkek ve korkak” davrandıklarını öne sürmüştü. Harp okulu kökenli, askeri pilot John Mearsheimer, üniversiteye katılıp uluslararası ilişkiler üzerinde çalışmaya başlayınca, ülkelerin arasındaki ilişkiler anarşik olmakla birlikte, bunun, ülkeleri tümüyle “sindirmediğini” gözlemledi. Mearsheimer’a göre, çoğu ülke çevresine, gücü yeteceğini hissettiğinde uluslararası sistem üzerinde hegemoni kurmaya, “büyük devlet” olmaya çalışıyordu.
Bu yeni bakış açısına “saldırgan gerçekçilik” adı verilirken, Waltz’ın görüşleriyse “savunmacı gerçekçilik” adıyla anılmaya başladı. Gerçekten de 20. yüzyıldaki uluslararası ilişkilere baktığınızda, bazı ülkelerin güçlerini sürekli azamiye çıkarttıklarını, tarihi ve küresel söylemi her an değiştirerek realiteyi kendilerine göre yeniden tanımladıklarını, sorunlardan diğerlerini sorumlu tuttuklarını görürsünüz. Çevrelerindeki ülkeleri “onlardan yana olanlar” ve “karşı olanlar” diye ayırdıklarına, bu gruplar arasında kendilerini egemen kılacak dengeler icat ettiklerine tanık olursunuz. Nitekim, Varşova Paktı ve NATO, bu yarış içinde dünyayı sürekli bir barut fıçısının üzerinde oturttu, sorunlarda daima karşı tarafı suçladı.
Prof. Mearsheimer, son haftalarda Batı dünyasında şimşekleri üzerine çekiyor. Çünkü Ukrayna’nın başına gelenlerden ABD ve Batı Avrupalı müttefiklerinin Rusya’ya yönelik “üstüncü” (supremacist) tavırlarını sorumlu tutuyor. NATO, 2008 Nisan Bükreş Zirvesi’nde Ukrayna ve Gürcistan’ı üyeliğe davet ederek, Rusya’nın güvenlik zırhını delmiş oldu. Rusya bu tarihten sonra, Ukrayna ve Gürcistan’a caydırıcı saldırı politikalar uygulamaya başlayınca, ABD, elindeki her imkânı kullanarak Rusya’nın söylemini (onun adına) yeniden yazmaya, Putin’in Sovyetler’i diriltmeye, hatta Rus Çarlığı’nı yeniden yaratmaya çalıştığı algısını oluşturdu. Batı medyasına göre, Rusya Ukrayna’nın tümünü işgale çalışıyor. Oysa, Mearsheimer, Putin’in amacının Ukrayna’da Rusya’nın güvenliğini sarsmayacak bir rejim değişikliğinden ibaret olduğu görüşünde.
Sovyetler’in dağılmasından sonraki 10 yılı “tek kutupluluk anı” olarak niteleyen Mearsheimer, ABD’nin Başkan Bush ile önce Doğu Avrupa’ya, ardından Ortadoğu’ya “Batı tipi demokratik rejim” ihracı siyasetine başlayarak “Rusya’nın gözüne değnek soktuğunu” ifade ediyor.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, bugün Antalya’da Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile Ukrayna Dışişleri Bakanı Dimitri Kuleba'yı bir araya getiriyor. Ateşkes görüşmelerinden sonra barış konusuna sıra gelir mi, bilinmez. Ama Sayın Çavuşoğlu’nun genç meslektaşına uluslararası ilişkilerde gerçekçiliğin önemini anlatması gerekiyor.