Hakkı Öcal

Hakkı Öcal

hakki.ocal@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Haftaya, Suriye’de BAAS güçlerinin Halep’in önemli bir kesimini ele geçirdikleri haberiyle başladık; dilerim haftayı Halep’in düştüğü haberiyle kapatmayız.

Halep’i ve tüm Suriye’yi bu hale getiren, üç aşamalı Obama stratejisi (daha doğrusu, strateji yokluğu) oldu. Arap Baharı denen, kimin-neden-nasıl başlattığı ve hangi güçle sürdürdüğü hâlâ tam anlaşılmamış olan kalkışmanın yarattığı dev dalgalar Şam’ın kapısına ulaştığında, Esad ve BAAS’ın kısa zamanda bir Sünni kırımına dönüşen karşılığı, komşuları tarafından ikna yoluyla durdurulmak istenirken, ABD sessiz ve hatta kayıtsız kaldı. Sonunda komşularda tahammül bitip, Suriye halkı büyük direnişini örgütlemeye başladığında, o zaman Dışişleri Bakanı olan Hillary Clinton, önce tam destek vereceklerini açıkladı; sonra “Kime destek vereceğimizi biz tayin ederiz” havasına girdi; muhalefet beğenmemeye başladı ve sonunda öyle bir destek sağladılar ki eskilerin “Bir ikram var ki kötekten beter!” dedikleri şekle büründü.

Haberin Devamı

Ve beş buçuk yılın sonunda, uçuşa yasak bölge ilan edilerek ülke içinde halkın sığınacağı güvenli alanlar oluşturulmadığı için 22 milyon Suriyelinin 5 milyonu ülke dışına, 7 milyonu ülke içinde başka kentlere sığınmış oldu. Bu sığınaklardan biri de Halep kentiydi.

Halep 2005 sayımında 2.5 milyon nüfuslu bir kentti. Bugün ekranlarda gördüğümüz ve iliklerimizi donduran yıkıntıların yerinde, bir tarihte Osmanlı’nın, yakın tarihe kadar Arap dünyasının çiçek gibi işlenmiş bir kenti vardı. Eski Kent diye bilinen kesimi UNESCO’nun dünya mirası listesine alınmıştı. 11’inci yüzyılda inşa edilmiş Camii Kebir,
Şam’daki Emevî Camii’nden sonra,
Suriye’nin en güzel camii idi.

Şu kadar yüzyıl, bugün nasıl “Bu yaz Antalya’ya gidelim!” diyorsak, aynen öyle, “Bu kış Halep’e gidelim” demiş olan halk olmamıza rağmen, uzun yıllar Halep’in, Şam’ın, Bağdat’ın bilgisini Türkçe kitaplardan değil, İngilizce kaynaklardan öğrendiğimiz için uzun yıllar Suriye’deki cepheleri ve ittifakları ABD Dışişleri gözlüğüyle gördük. Zaten çok basit çizgilere indirmenin mümkün olmadığı bu ilişkileri deşifre edip de çözümün uçuşa yasak güvenli bölge ile Eğit-Donat modelleri ile çözülebileceğine karar verdiğimizde ise, ABD’nin tutarsız siyaseti, dünyanın da Türkiye’nin de başına bir Suriye gailesi çıkartmıştı. Türkiye elbette sınırlarındaki insanlık dramına seyirci kalamazdı ve kalmadı. ABD kendi beğenisine uygun müttefik dizayn ederken, (“Dinci olmasın, Sünni olsun ama Şiilere de şirin görünsün..” gibi ölçütlerle Marksist-Leninist PKK uzantısı PYD üzerinde karar kılarken) Türkiye, özellikle Türkmenlerden oluşan bir cepheyi, askerî açıdan desteklemeye mecbur bırakıldı. Sınırları ve sınırlarını koruyacak güçleri FETÖ’cüsünden vesayetçisine, delik deşik bir Türkiye’nin Suriye’deki 50’ye yakın ve hepsi de birbiriyle kavgalı muhalefet grubunu ıslah edip, yekvücut bir askerî güç haline getirmesi beklenemezdi.

Haberin Devamı

Burada görev, Türkiye’nin çağrısına uyarak uçuşa yasak bölge ilanını reddeden ABD ve 70 küsur müttefikine düşüyordu. Özgür Suriye Ordusu kurulmuş ve destek bekliyordu. Türkiye Eğit-Donat projesinde de yalnız bırakıldı; çünkü ABD ve müttefiklerinin dikkati DAİŞ denen sözde-Müslümanların oluşturduğu terörün bastırılmasına dönmüştü. O kadar ki hafta boyu BAAS güçlerinin Halep’i bombalaması, onaylarından geçmiş “ılımlı” muhalefetin yerle bir edilmesi bile Amerikan güçlerinin dikkatini çekmedi, çekmiyor. Çünkü koalisyonun lideri olan Obama, çoktan ABD’nin ilk siyah başkanı olarak bırakacağı mirasın tasarımına dönmüş vaziyette.

Haberin Devamı

Halep düşerse, son umutla oraya sığınmış 300 bin insanın çoğu ölecek. Onların kolektif mezar taşına Obama’nın da adı yazılacak.

Amerika’yı dünya jandarmalığından vazgeçirme iddiasıyla yola çıkmış lider
için ne kötü bir kitabe.