Emperyalizm deyince çoğumuzun aklına Afrika’da, Asya’da, başında kolonyal miğfer şapka (salakot), elinde yarım kırbaç, arkasında başının üstünde bavulları taşıyan 20 uşak ile bir İngiliz gelir. Aslında bir Fransız gelmeli aklımıza. Çünkü ne İngiliz ne İtalyan ve ne de Hollanda emperyalistleri, kolonilerinde Fransızlar kadar kan dökmedi. Öyle 15’inci, 16’ncı yüzyıllara gitmeye gerek yok, bazılarımızın hatırlayacağı bir zamanda, 1945’te Cezayir’de Fransız askerleri tarafından özgürlük isteyen 60 bin kişi öldürüldü. Ona da “Geçmiş zaman” diyeceklere hatırlatmak lazım: 1994’te Ruanda’da 800 bin kişinin hesabını Fransa hâlâ vermedi.
Araştırmacı Stephen Howe, “Kolonileştirme mi, yok etme mi?” başlıklı “Histoire@Politique” makalesinde yeni elde edilen belgelere dayanarak Fransızların Afrika’daki koloni tarihlerini yeniden ele alıyor. Howe, ırkçı Fransızların paralı asker yazılarak, Afrika’da “İslamcı” avına çıktıklarını ve bunun 1950’lerde, 60’larda devam ettiğini, mesela bir “mezardan çıkartma ve yeniden işkence yapma” vahşetinin belgelerinin bulunduğunu yazıyor.
Fransa, Afrika’yı o kadar kendi arka bahçesi sayıyordu ki bunun için bir de isim icat etmişlerdi: FrancAfrique. Fransa ve Afrika kelimeleri birleştirilerek bu yeni kültürün ortak bir elit oluşturduğu iddia ediliyordu.
Bu satırlardan Fransa’yı, Fransız halkını, Fransız kültürünü karalama, reddetme anlamı çıkartılmamalıdır. Fransızlar, sonuçta insanlığa kurşun kalemi, stetoskopu, görmeyenler için Braille alfabesini ve mayonezi armağan etmişlerdir. (İngiliz koloni şapkası da Fransız icadıdır, bu arada!)
Batı Afrika ve Afrikalıların “Sahil” dediği Senegal-Gambiya-Moritanya kuşağı hakkındaki makaleleriyle tanıdığımız Mücahit Durmaz, Al Jazeera sitesindeki yazısında, Macron’un seçimi kazandığından beri “Afrika’nın Babası” rolüne soyunduğunu örnekleriyle ortaya koyuyor. FrancAfrique zihniyetini tekrar diriltmeye çalışan Macron, yüzlerce siyasetçi ve genç iş insanını Fransa’ya çağırarak, onlara, sanki Fransız katliamında Afrikalıların da suçu varmış gibi, “Ortak geçmişimiz ve ilişkilerimiz...” diye konuşmaya yapmaya kalkınca, hiç ummadığı bir tepkiyle karşılaştı. Senegalli genç bir sanayici, “Babamızmış gibi konuşma tarzını bırak ve hepimizden Fransa adına özür dile!” diye bağırınca iyice küstahlaşan Macron, Çin, Rus ve Türklerin müdahalesinden söz etmeye başladı. (“Afrika’yı bize karşı kışkırtan Türklerdir” lafının edildiği bu toplantıydı.)
Macron, soykırıma varan bu cinayetlerin hesabını vereceğine, birkaç kolonicinin Paris’e kaçırdığı 5-10 eseri iade etmekten söz ediyor. Afrikalıların beklediği bu değil.
Ama “Afrika’nın sahip olması gereken İslam’ın kurallarını yazacağız” diye Kuran telif etmeye cüret eden birinden daha fazla ne bekleyebilirsiniz?
Afrikalıların, bu şımarık emperyaliste haddini bildirmeye başlamaları Fransızcayı bırakıp kendi yerel dillerini öğrenmeye ve birbirleriyle bu dillerle konuşmaya başlamalarıyla mümkündür.