İçimde bir korku var... Bütün Batı, 1916’da tasarlanan “Yahudilere Filistin’de bir yuva kurma” projesinin işlemediği, “Müslümanların Musevilerle ortak yaşadığı bir ülke” fikrinin başarıyla hayata geçirilemeyeceği kanısına kapıldı, ortaya Filistinsiz Filistin veya “Arapların ortak olmadığı İsrail” fikri atıldı, aralarında tartışıldı ve uygulamaya konuldu.
20 günden beri soluğu İsrail’de almayan Avrupalı lider kalmadı. Neden?
Gösterilebilecek her türlü tepkiyi de peşinen kabul ediyorum ki, 7 Şubat Şabat Baskını sivillere yönelik bir katliamdı. Amasız, fakatsız gerçek bu. Bir başka gerçek de şu: Gazze’ye 3 kilometre mesafede 20’ye yakın kibbutz (çocukların ortaklaşa büyütüldüğü köy modeli), çevresini silahlı sivillerin (İbranice “mitnahel” veya “hamuş”) çevirdiği yerleşimler. Hepsi işgal bölgesi. Eğer 1967 sınırlarının bir metre ötesinde yaşıyorsanız, dininiz ne olursa olsun, başka birine ait toprakları zorla işgal ediyor, o kişileri öldürerek, sakat bırakarak, vücuduna zarar vermeseniz bile korkutarak kaçırtıyor ve hakkını elinden alıyorsunuz demektir.
Bu durum, 7 Şubat Aksa Tufanı operasyonunu haklı gösterir mi? Bence gösterirdi, eğer sivillere, silahsız kişilere, yaşlı insanlara, çocuklara zarar verilmemiş olsaydı...
Ancak bu ilk defa olmuyor. Silahlı yerleşimciler Filistinlileri, Filistinlilerin silahlı örgütleri “hamuş”ları 1967’den beri sürekli öldürdü. Araya başka ülkeler, Müslüman arabulucular girdi, olaylar kısmen yatıştı. Barış konferansları düzenlendi, BM komisyonlar kurdu ve nihayet İsrail halkı da anladı ki, bu “aşırı dinci” partilerin Binyamin Netahyahu denen iktidar delisi, yargılanmamak ve hapse girmemek için şeytanla bile izdivaca razı olan adamın koalisyonlarından kurtulmaları şarttır.
Ne var ki, son seçimlerde, Siyonist Meir Kehane’nin takipçilerinin (Yahudi Gücü Partisi), Netanyahu ile koalisyona katılmayacakları vaadi, muhalefete oy verenlerin bir ölçüde sandık başına gitmemeleri, yaşanan bu felakete yol açtı. Netanyahu, Kehane’nin takipçisi üç milletvekiline de bu adamlarla asla bir araya gelmeyeceği sözünü unutan ŞAS’ın 13 milletvekiline de bakanlık vererek hükumeti kurdu. Böylece Netanyahu kendisini de rüşvet davasından kurtarmış oldu.
Öyle görünüyor ki, aşırı dincilerle Siyonistlerin bu ittifakı, Aksa Tufanı operasyonunu bahane ederek Batı’yı Hamas, FKÖ, İndifada, kısaca “radikal Filistinliler” sorununa nihai çözüme ikna etti. Oysa çok değil, 100 gün önce, bugün hasret kaldığı kardeşini kucaklıyor gibi Netanyahu ile kucaklaşan ABD başkanı Joe Biden, Netanyahu’nun koalisyonunu “Bugüne kadar görülen en aşırı İsrail hükumeti” diye nitelemişti. Netanyahu’nun Ulusal Güvenlik Bakanı yaptığı (İsrailli ırkçı-terörist Baruh Goldstein’in öğrencisi) Itamar Ben-Gvir, Biden’a, “Unutmasın ki İsrail bundan böyle ABD bayrağında bir yıldız değildir” diye karşılık vermişti.
Biden, bu konuşmasında, “İsrail’de en büyük sorun, yerleşimcilerin ellerini kollarını sallayarak istedikleri yeri işgal etmeleridir” de demişti. Ama öyle görünüyor ki, Biden ve AB’li ortakları, yerleşimci tehlikesinin nelere yol açabileceğini unutmuş; ilk defa olmayan bir Hamas baskınını bahane ederek Filistinlileri, öz yurtlarından kovmakta, Netahyanu ve Ben-Gvir ile anlaşmış görünüyorlar.
Sorun buna nasıl “Hayır” deneceği ve ABD’ye ve AB’ye rağmen nasıl ateşkes ilan edileceğinde.