Ali Ekber Yıldırım’ın köşesinde 3 Nisan’da bir büyükbaş hayvan yetiştiricisinin mektubu yayımlandı. Mektubu yazan, on yıldır hayvancılık yapmaya çalıştığını anlatıyordu.
Mektubun belli bölümlerini aktarıyorum:
- Toplam 900 baş kapasiteli 3 işletmemiz (ahır) var. İlki 2008’de, ikincisi 2010’da, üçüncüsü 2013 yılında faaliyete geçti.
İşletmemize 2008’de Trakya’dan 150 baş damızlık düve, 2009’da da Trakya ve Burdur’dan aldığımız 150 baş düveyle süt hayvancılığına giriş yaptık. İlk işletmemizdeki hayvanlarda, ikinci doğumları esnasında Brucella problemiyle karşılaştık
- İlk hayvanlarımızın yüzde 60’ını kaybettik. Sonra aldığımız yerli hayvan ve yavrularında tüberküloz çıktı. Bakanlık testi sonrası 200 tanesinde tazminatlı kesim yapıldı. Geri kalanını, tazminatsız kesimle elden çıkardık ve tüberküloz çıkan ahırı kapattık.
Hastalıklılar kesiliyor
- 2010’da yeni ahır inşa ederek toplam kapasitemizi 600 büyükbaşa çıkardık. Bu işletmeye de krediyle, Amerika’dan 300 baş gebe düve getirdik. 2010’da Amerika’dan ithal ettiğimiz gebe düveleri ölüm, zorunlu seleksiyon, verimsizlik nedeniyle kesip, 2015’te 300 baş damızlık düve daha ithal ettik.
- Üçüncü işletme için 2013 yılında Almanya’dan 300 gebe düve getirdik. Bataklığa düşen insan nasıl çırpındıkça batarsa, biz de istemeyerek de olsa, işletme kapasitemizi 900 başa çıkardık.
- Bugüne kadar ölüm, verim kaybı nedeniyle kesim yapıldı. Verime dayalı seleksiyon (verime dayalı sürü yenileme) yapılmadı. Hedefimiz 2019’da verime dayalı hayvan seleksiyonu yapmak. Düve satışı, bir aksilik olmadığı takdirde, 2021 yılı ve sonrasında gerçekleşebilecek.
Kesilenleri kim yiyor?
- Et ve Süt Kurumu tarafından ithal edilerek dağıtılan hayvanlarda çıkan tüberküloz, IBR ve benzeri hastalıklar nedeniyle çiftlikler karantinaya alınıyor. Her ikisi de aynı bakanlığın çatısı altındaki Et ve Süt Kurumu ile Tarım İl Müdürlüğü arasında gidip gelmekten bıkan üretici, hayvanını kestirip kurtuluyor.
- Tarım İl Müdürlüğü’ne destek için gittiğimizde, veteriner hekimlerin hepsinin mesleğin dışında evrak doldurup takip etmekle uğraştığını görüyoruz. Bir sorunu çözecek, cevap verecek, yönlendirecek kimse yok. Sorulduğunda “Bilmiyoruz” cevabı alınıyor. Sonrasında profesyonelleri arıyorsunuz, bulamıyorsunuz.
Fikir vermesi beklenen kişilerin hepsi parayla danışmanlık vermek isteyerek, bizi birilerine yönlendirdiler.
Sonradan anladık ki bu sektördeki herkes “celep” zihniyeti taşıyor. Akademisyenler ve işe daha önce başlayan çiftlik sahipleri, yetiştiriciyi, komisyon alabilecekleri, çiftlik malzemeleri satanlara yönlendiriyor.”
Büyükbaş hayvan yetiştiricisinin mektubundan aktardığım bölümleri okuyunca, “büyük endişeye kapıldım.” Anlatılanlar “tüketici” olarak çok kişiyi ilgilendiriyor. Hastalık nedeniyle kesilen hayvanlar ne oluyor? Bilmeden bizler mi tüketiyoruz?
Ali Ekber Yıldırım’ı aradım. “N’oluyor? Bu hastalıklı hayvanları, kesildiğinde biz mi yiyoruz?” diye sordum. Cevabı kısa ve netti: “O hayvanların etini tabii ki biz yiyoruz!”
Görülüyor ki, et sorunu sadece fiyat düşürmek için düve, canlı besi hayvanı, karkas et ithalinden ibaret değil.
İthal edilen, içeride beslenen hayvanların sağlığını kimler kontrol ediyor? Hastalık nedeniyle ölmeden önce kesilen büyükbaş hayvanlar kasaplara nasıl ulaşıyor? Her şeyden önemlisi, kasaptan aldığım kıymanın tüberküloz nedeniyle kesilen hayvanın eti olup olmadığını nasıl bileceğim?