Efendim konumuz Avrupa ve özellikle transatlantik toplulukta yükselen bir değer haline gelen Polonya. Aslında bundan tam 18 ay önce, Polonya, Avrupa Birliği (AB) içerisinde pek çok tartışma yaratan bir ülkeydi. Zira hükümetin temel hak ve özgürlükler alanında getirmiş olduğu kısıtlamalar, Anayasa Mahkemesi üyelerinin bağımsızlığına son veren yasal düzenlemeler ve atamalar çok tartışıldı.
Hatta konu Avrupa Adalet Divanı’na intikal etti. Avrupa Komisyonu, Polonya’ya verilmesi öngörülen mali yardımları askıya almak üzere düğmeye basmıştı. Basın özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar da cabasıydı. Suriyeli ve Afgan mültecilere sınırları kapatan Polonya, birçok Merkez ve Doğu Avrupa ülkesi gibi, Fransa, İtalya, Belçika, Bulgaristan ve Yunanistan gibi ülkelerle mülteciler konusunda külfet paylaşımında bulunmayı reddediyordu.
Ancak bu 18 ay önceydi. O tarihte Rusya Ukrayna’yı henüz işgal etmemişti. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etme girişimi, Batı Avrupa’yı saran Ukraynalı mülteci akını, herşeyi değiştirdi. Rusya’nın Kırım’ı işgal etmesi konusunda tedirginliğini dile getiren ancak yaygara koparmayan Polonya, Rusya’nın Ukrayna’yı bombalamasıyla birlikte Ukrayna’ya en çok destek veren ülke konumunda geldi.
NATO ve AB içerisinde Rusya’ya karşı en sert ekonomik, siyasi, diplomatik ve askeri tutumu sergileyen Polonya, AB ve NATO nezdinde Rusya’ya karşı uygulanacak yaptırımlar ile Ukrayna’ya verilecek destek konusunda hakikaten öncü, hatta zaman zaman önder ülke konumuna geldi.
Adeta krizi fırsata çeviren Polonya, kısıtlı mali imkanlarına rağmen, Ukrayna’dan gelen mültecilerin Avrupa’ya ilk giriş kapısını oluşturdu. Ukraynalı siyasilerin dünyaya açılımı da yine Polonya üzerinden gerçekleşti. Ukrayna’ya verilen insani ve silah yardımının büyük kısmı da yine Polonya üzerinden yapılıyor. Polonya’nın temel hak ve özgürlükler konusundaki eksiklikleri şimdilik unutuldu, basın özgürlüğü konusundaki sorunları gölgelendi, tartışmalı yasalar da Başbakan Mateusz Morawiecki tarafından sulandırıldı ve neredeyse askıya alındı. Bu sayede, olası eleştirileri engellemek için AB ve ABD’nin bu konudaki hassasiyetine kulak asmaya hazır olduğunu da gösterdi.
Varşova Güvenlik Forumu
Polonya’nın Rusya’ya karşı sergilediği tutum ve Ukrayna’ya verdiği destek, ülkenin uluslararası konumunu ve imajını önemli bir ölçüde olumlu yönde şekillendirdi. Örneğin, düne kadar sadece uluslararası ilişkiler, dış politika, savunma, güvenlik ve strateji konusunda dirsek çürüten benim gibi bir avuç insanın bildiği ‘Varşova Güvenlik Forumu’ (WSF), uluslararası görünürlük kazanmaya başlıyor. 2014’te kurulan oluşum, ilk başlarda bölgesel bir forumdu. Uluslararası düzeyde izlenen forumlar, herkesin bildiği üzere Münih Güvenlik Konferansı, Halifax ve bir ölçüde Transatlantik Brüksel Forumu... Bölgeseller arasında da kısa adı ABCD olan ve Estonya’nın başkenti Tallinn’de düzenlenen ‘Annual Baltic Conference on Defense’ olarak bilinen ve gidilmeye değer bir konferanstı.
Ukrayna savaşı sayesinde coğrafi açıdan önem kazanan Polonya, Varşova Güvenlik Konferansı’nın çekiciliğini artırmak üzere önemli hamleler yaptı. Konferansın uluslararası mütevelli heyetine CENTCOM ve CIA’e başkanlık etmiş olan David Petraeus, ABD’nin Avrupa’daki kara kuvvetleri eski komutanı ve Türkiye’nin yakından tanıdığı emekli general Ben Hodge, eski AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton, Almanya Meclisi eski Dışişleri Komisyonu Başkanı Norbert Röttgen gibi isimleri kattılar.
Aynı şekilde, Polonya’nın Karpucz kenti 5-7 Eylül tarihleri arasında bu sene 32’incisi düzenlenecek olan Ekonomik Forum’a ev sahipliği yapacak. Düne kadar sadece Balkanlar ve Orta Avrupa’da iş yapanlar tarafından bilinen bu forum bu sene biraz daha uluslararası görünürlük kazanacak. Transatlantik ailenin fertleri olan Almanya, İngiltere, ABD ve Fransa gibi ülkeler de Polonya’ya bu açıdan yardımcı olmuyor değiller. ‘Eski kıtaya yeni değerler’ başlığı altında düzenlenecek olan ekonomik forumun savunma, dış politika ve güvenlik alanında da oturumları olacak. 3 gün boyunca 5 bine aşkın katılımcının hazır bulunacağı forumda 350 oturumun düzenlenmesi öngörülüyor. Polonya bir taraftan bölgesel güç kimliğine uluslararası görünürlük boyutunu eklemeye çalışıyor, diğer yandan da güvenlik ve savunma alanında bu kimliğini pekiştirmek için küçümsenmeyecek adımlar atıyor. Bu adımları örneklendirmek gerekirse Polonya, NATO’nun Avrupalı üyeleri arasında tümen düzeyinde yurtdışı kara seferi kuvveti oluşturan tek ülke olacak. Yaklaşık 12 bin askerlik, hava savunma, keşif, arama kurtarma, istihkam, komuta kontrol unsurları içeren ve uzak bölgelere gönderebilecek bir kara kuvveti oluşturuyor. 2035 yılına kadar sadece kara kuvvetlerindeki asker sayısını 150 binden 300 bine çıkarmayı hedefleyen Polonya, buna yönelik dev yatırımlar gerçekleştiriyor. Savunma sanayindeki ihtiyaçlarını gidermek için alışverişini ABD ile sınırlamıyor, Japonya ve Güney Kore’den de alım yapıyor.
Bu çerçevede, Polonya, transatlantik topluluğun yükselen yıldızı halinde. Varşova, adımlarını akılcı bir şekilde, bir strateji çerçevesinde atıyor. Washington, Paris, Brüksel ve Berlin de Varşova’ya gereken desteği veriyor. ABD’de yaşayan Polonya diasporası ile Biden yönetimi de bu yükselişte oldukça etkili. Yıldızı yükselişe geçen Polonya da bu trendi sürdürebilmek için üstüne düşen vazifeyi ziyadesiyle yerine getiriyor. Öyle ki maalesef temel hak ve özgürlükler konusundaki eksiklikler bile gölgelendi hatta unutuldu bile...
‘Avrupalı’ Meloni
İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, görevinde ilk 6 ayını geride bıraktı. 22 Ekim 2022’de Başbakan olarak görevlendirilen Meloni, seçim döneminde AB’ye soğuk bakan, politikalarını benimsemediğini açık bir dille ifade eden ve Rusya’ya sempati besleyen bir lider görüntüsü çiziyordu. En azından söylemleri o yöndeydi. Yetmedi ayrılıkçı La Liga lideri Matteo Salvini ve Silvio Berlusconi’nin Forza İtalya partisi ile koalisyon kuran Meloni, seçim süreci boyunca başta AB’nin göç politikası olmak üzere, ekonomik ve dış politikalarına da oldukça aksi tezler savundu. Ancak göreve geldiği tarihten bu yana, dış politika ve ekonomi alanında söylemini yumuşatan Meloni, Rusya’ya yönelik uzun süre karşı çıktığı yaptırım politikasını neredeyse harfiyen uyuyor. NATO ve transatlantik ilişkiler konusunda son derece olumlu adımlar atan Meloni, Ukrayna’ya hem askeri ve hem de ekonomik destekte bulunuyor. Bir başka deyişle seçim dönemindeki söyleminin aksini yapıyor.
Tabii ki toplumsal olaylarda, aile yapısı, cinsel tercihler ve ilerici olarak nitelenebilen toplumsal politikalarda son derece muhafazakar. Çizgisi Macaristan ve Polonya hükümetlerinden farklı değil. Ancak dış politikada transatlatik toplumun belirlediği politikalara aykırı bir tutum sergilemiyor. Zaten Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’nin de Roma’ya resmi ziyarette bulunması bir tesadüf değil. Fırsattan istifade Papa’yla da görüşecek olan Zelenskiy’in, Françesko’nun Rusya-Ukrayna savaşı konusunda ABD, Fransa ve Ukrayna’yı da zımnen suçlayan iddialarını ele alması bekleniyor. Arjantinli Françesko’nun ABD’ye pek sıcak bakmadığı bir sır değil. Meloni, şimdilik iddiasını kazandı. Koalisyonunu dağıtmadan yoluna devam edebilecek mi bilinmez. Şimdiden seçmenleri arasında bazı tartışmalar var. Ancak Meloni kararlı. Zaman gösterecek.
Yapay zekâ ve kolluk kuvvetleri
Gün geçmiyor ki yapay zeka yeni bir tartışmaya sebep olmasın. Henüz ‘üç boyutlu printer ve yapay zeka ile üretilen Hellim peynirine Hellim denilebilir mi’ tartışmasına gelmedik.
Ancak o da yakındır. Öte yandan yapay zekanın kolluk kuvvetleri tarafından kullanılmasına yönelik alevli tartışmalar yaşanıyor. Uygulamalar zaten mevcut. Briefcam, Clearview, Prepol, Keycrime, Palentir, Beware, Predvol, Paved, Lageltech gibi firmaların yazılımları, kolluk kuvvetlerine birçok alanda yardımcı olabilmek için geliştirildi. Bazıları yüz tanıma uygulaması olarak kullanılıyor, bazıları mobese kameralarında bir kişinin kameradan kameraya takip devamlılığını sağlıyor, bazıları da polisiye tahminde bulunuyor. Bir başka deyişle kolluk kuvvetlerine olası bir hırsızlık olayını önceden tahmin etmeye yardımcı oluyor.
Nasıl mı? Örneğin hırsızlık olaylarının ne zaman ve nerede meydana geldiğini istatistiki olarak tespit edip ona göre polis memurlarına devriye önerilerinde bulunuyor. Mahallelerde ve şehirlerde devriye gezen polislerin güzergahları yapay zeka tarafından belirleniyor. Olaylar hırsızlık ile sınırlı değil, cinayet, trafik kazası, aşırı hız gibi verilerle de geliştiriliyor. Yetmedi, suç dosyası kabarık olan kişilerin takibi ve bu kişilerin yeniden suç işleme ihtimalleri üzerine uyarıda bulunan yazılımlar da bulunuyor.
Avrupa Parlamentosu’nun özgürlükler, temel haklar ve içişleri komisyonu, yüz tanıma yazılımları ve yapay zekanın polise öngörü hizmeti sağlamasına şimdilik yeşil ışık yakmadı. Haziran ayında yapılacak olan genel kurul oturumunda nihai tutumunu belirleyecek olan AP, bu tür yazılımların ve uygulamaların bir kişinin veya mahallenin yaftalanmasına yol açabileceğine ve damgalayıcı nitelikte olduğuna dikkat çekti. Şimdilik sadece Fransa’da hırsızlığı önlemek amacıyla Predvol isimli bir yazılım uygulamada. ABD’de ise makalenin başında adı geçen birçok yazılım uygulamada. İstatistiki olarak suç oranını düşürdüğü henüz kanıtlanamadı. Ancak kolluk kuvvetlerinin suçluyu bulması ve yakalaması, olayların aydınlatması için daha etkili olduğu rakamsal olarak belirlendi. Dönüp dolaşıp yine aynı konuya, yani bu tür yazılımların süistimal olasılığını engellemek için belirlenecek yasal çerçeveye gelindi. Bu husus tabii ki bugünden yarına çözülecek değil. Keza yapay zekaya yönelik olarak tartışma bitmedi. Hatta daha yeni başlıyor.