Malum, yapay zeka hayatımızın bir parçası olmaya devam ediyor. Yapay zekanın sanatta, edebiyatta, hatta Hollywood dünyasında etkileri ele alındı. Hatta ‘The Great Catspy’ filminin fragmanını izleyenler, Hollywood ve Bollywood yapımlarının sonuna geldiğimizin intibası edinebilir.
Konumuz istihbarat dünyası ve yapay zeka. İstihbarat dünyası, yapay zekadan yararlanmıyor değil. Örneğin yüz tanıma yazılımları, harita okuma, uzay fotoğraflarını yorumlama, açık istihbarat kaynaklarını değerlendirme, tehdit haritası oluşturma gibi bir dizi alanda yapay zeka uygulanıyor. Ancak istihbarat dünyasının kaygıları da yok değil. Zira yapay zekanın ulusal güvenliği tehdit eden boyutları bulunuyor. Örneğin, yapay zeka imkan ve yeteneklerinin yasadışı örgütlerin, terör örgütlerin eline geçmesi. Örneğin istihbarat çalışanlarının yapay zekaya soru sorması gibi. İstihbarat çalışanlarının yapay zekaya soru sormasının nasıl bir sakıncası olabilir? Yapay zekayı sorguladığınız vakit, bilgisayar, kişilerin merak etmiş olduğu konuları belleğinde tutuyor. Ona göre aynı konuda sorulacak olan soru miktarına göre öğrenme yetisini artırıyor. Başka istihbarat örgütleri de yapay zekayı kullanarak rakip teşkilatların neyi merak ettiğini, ne üzerinde çalıştığını öğrenebilecek.
Yapay zekanın hack edilebileceği, hasım ülkelerin veri akışına boğulabileceği, yanlış veri veya yanlış algoritmaların değerlendirmeleri alt üst edebileceği ve dolayısıyla yanlış kararlar alınmasına neden olabileceğinden de endişe ediyor istihbarat dünyası. Kuşkusuz değerlendirme ve kaynak kullanımı konusunda yapay zeka istihbarat dünyası için oldukça etkili hatta etkin bir aygıt. Ancak silah misali. Hiçbir silah aslında tehlikeli değildir. Kullanıcısı o silahı caydırıcı veya tehlikeli kılar. Yapay zekayı da aslında programlayan ve kullanan tehlike unsuru oluşturabilir. Bu yüzden güvenlik kuruluşları yapay zekaya biraz da tedirgin bir şekilde yaklaşıyorlar.
Yükselişe geçen AfD Avrupa’yı tedirgin ediyor
AB’nin lokomotif ülkesi Almanya’da, kısa adı AfD olarak bilinen ‘Alternative für Deutschland’ (Almanya için Alternatif) partisi yeniden yükselişe geçti. Hatta kimilerine göre sıçrama gerçekleştirdi. Almanya’da düzenlenecek bölgesel seçimlerin arifesinde kamuoyu araştırma şirketlerinin verilerine göre AfD son üç ayda oy oranını 4 puan artırarak ülke genelinde %18’lik bir oy potansiyeline ulaştı. Geçtiğimiz yıl kamuoyu nezdinde AfD’ye destek oranı %10 iken, şubat ayında bu %14’e, haziran ayının başında yapılan anketlere göre de %18’e ulaşmış durumda. Amerikan YouGov şirketi federal düzeyde AfD’nin oy oranını %20 olarak hesaplamış.
Alman kamuoyunun AfD’ye sempati duymasının başlıca sebebi yasadışı göç, çevre politikaları ve ekonomi. Ülkede en güçlü üçüncü parti konumuna ulaşan AfD’nin yükselişi sadece Almanya’yı değil, diğer AB üyelerini de tedirgin ediyor. AfD’ye destek özellikle Brandenburg, Saksonya ve Thuringia eyaletlerinde gözlemleniyor.
Ana muhalefet partisi olarak bilinen Hristiyan Demokrat ve Hristiyan Sosyalist CDU/CSU’nun lideri Friedrich Merz, AfD’nin yükselişinden Yeşiller’i sorumlu tutuyor. Merz, fosil enerji konusunda Yeşiller’in tutumunun Almanya’da aşırı sağı körüklediğini, iktidar partisinin ise yasadışı göçle mücadele konusunda etkisiz kaldığına işaret ediyor.
AfD’nin eyalet seçimlerinde kamuoyu araştırma firmalarının öngördüğü oranlara ulaşması, Avrupa Parlamentosu seçimlerini de kuşkusuz etkileyebilir. Fransa ile birlikte AB’nin kurucu ülkeleri arasında yer alan Almanya’da aşırı sağın yeniden hızlı bir yükseliş trendine geçmesi karşısında Almanya başbakanının çaresiz, sair partilerin de mücadelede kah isteksiz kah kararsız olmaları, derin AB’yi tedirgin ediyor. AfD’nin korkuya dayalı popülist söylemine karşı savunma ve argüman geliştiremeyen iktidar partisine ana muhalefet partisi pek de yardımcı olmuyor. Avrupa ise henüz titremiyor ama tedirgin olmuyor değil.
Liberalizmin çöküşü vs kapitalizmin suistimali
Avrupa Birliği’ne (AB) üye ülkelerin ekonomi dünyasındaki en büyük tartışması, özel bankaların vadeli mevduatlara uyguladıkları komik faiz oranları. Malumunuz olduğu üzere, Avrupa Merkez Bankası (AMB) mevduat faizini %3.25’e, finansman faizini %3.75’e, marjinal fonlama faizini de %4’e yükseltti. Ancak gelin görün ki, Belçika, Fransa, Hollanda gibi ülkelerde bankaların mevduat sahiplerinin tasarruf hesaplarına uyguladıkları faiz oranı %0.5 ile %1.4 arasında değişiyor.
AMB’nin mevduat faizi %3.25 iken bankaların özel tüketicinin mevduatına uyguladığı faiz son derece alaycı. Normalde bankaların tüketicilerin vadeli mevduatlarına en azından AMB’nin belirlediği faiz oranının mek parmak üstünü, mek parmak altını uygulaması gerekir. Zaten kanunen de AMB’nin faiz oranlarının pek üstüne çıkamazlar.
AB’ye üye ülkelerde maalesef bankalar arasında rekabet oldukça az. Fransa, Hollanda ve İrlanda birer istisna teşkil etmiyor değil. Ancak örneğin Belçika’da belli başlı 5 banka dışında bulunan sair mali kuruluşlar, marjinal nitelikte. Belçika bankaları da tasarruf mevduatı ve vadeli mevduatlara yönelik faiz oranını 1 Haziran tarihi itibariyle %0.6’dan %0.9’a çıkarttılar. Ancak bu miktar hala %3.25’in çok altında. Makas 2.35-2.75 puan arasında. Bu yüzden de Belçika’nın liberal demokrat Başbakanı Alexandre de Croo bankaları uyararak, ‘hükümeti bu konuda yasal düzenleme yapmaya zorlamayın’ dedi. De Croo ultra liberal değil. Ama oldukça liberal. Sosyal liberallere göre bayağı bir sağda konumluyor kendisini. Belçika’daki bankaların tutumundan dolayı, o bile yasal düzenlemeye gitmeyi göze alıyor. Bankalar cephesinde ise tek bir ağızdan isyan var. Efendim isyanların sebebi de şu. Ekonomik kriz döneminde negatif faiz uygulamak mecburiyetinde kalan bankalar, 2017-2021 dönemleri arasında çok para kaybettiklerini dile getiriyorlar. Negatif faizin uygulandığı doğru. Ancak bankalar, AMB’nin TLTRO’sundan da çok iyi bir şekilde istifade ettiklerini pek dile getirmiyorlar. Bilindiği üzere, TLTRO, AMB’nin bankalara verdiği hedefli uzun vadeli finansman imkanı. TLTRO I, II ve III AMB tarafından uygulandı. Bankalar da aldıkları parayı geri ödemeye başlıyorlar.
AMB, bankaların tasarruf mevduatlarına çok düşük oranda faiz uygulayıp, uzun vadeli finansman konusunda ise çok yüksek faizler uygulamasından dolayı oluşan rahatsızlığın farkında. Zira AMB Başkanı Christine Lagarde da tüketicilere gerekirse bankalarını değiştirme önerisinde bulundu, kendisinin de banka değiştirdiğini dile getirdi. Ancak maalesef, bankalar arasında pek bir rekabet yok. En azından Belçika, Almanya gibi ülkelerde. Hatta İtalya, veya İspanya da aynı durumda. Bankacılık sektöründe hakiki anlamda serbest piyasanın uygulandığı ve rekabetin bulunduğu ülkeler arasında, biraz önce de dile getirdiğim İrlanda, Fransa ve Hollanda var. Bankaların tüketiciyi mağdur eden bu uygulamalarının sebebi ise piyasadaki rekabet eksikliği ve hizmetin niteliğinin pek iyi olmaması. Hükümetler bu husustaki soruna yasal yöntemlerle cevap vermek istemiyorlar. Ancak maalesef sanki bu hususa bankalar tarafından zorlanıyorlar. AMB kaynakları, bankaların ‘şimdilik biraz para kazandıklarını, bu sayede de öz kaynaklarını artırıp bilançolarını biraz olsun düzelttiklerini’ söyleyerek, bankaların bu trendi devam ettirmelerini beklemedikleri dile getiriyorlar. Zira TLTRO ödemelerinin ardından bankaların faiz oranlarını artırabilecekleri, zira tüketicilerin yavaş yavaş paralarını vadesiz mevduatlarından çekmeye başladıklarını dile getiriyorlar. Liberal ekonominin çöküşüne henüz tanık olmadık, ancak sermaye dünyasının tüketicileri suistimal etmeye hazır olduğunu bir kez daha gördük. Tam rekabet, hakiki rekabet ile yasal çerçeve ve denetim tüketici için son derece önemli. Aksi takdirde, sermaye kuruluşları hiçbir çaba ve maharet göstermeden bedavaya çok para kazanıyorlar.