Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin hakkında tutuklama kararı yayınladığı bir dönemde Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in Rusya’nın başkenti Moskova’ya gerçekleştirdiği devlet ziyareti Washington, Londra, Paris ve Brüksel tarafından çok yakından takip edildi.
Kuşkusuz Rusya’nın Ukrayna’da sürdürdüğü savaşın gölgesinde gerçekleştirilen ve üç gün süren ziyaret esnasında Putin’in vücut dili ve Şi’nin açıklamaları NATO ve AB tarafından büyüteç altına alındı. Washington, Londra, Paris ve Brüksel ekseninde, görüşmenin Batı karşıtlığı cephesine dönüşmesi endişesi yer almıyor değildi. Çin Devlet Başkanı, ‘dostu’ Putin’le ekonomik, siyasi ve diplomatik ilişkilerini derinleştiren ve anlaşmalarla teyid eden açıklamalarda bulundu. Ancak Avrupa veya ‘Batı karşıtı’ söylemi ön plana çıkartan bir açıklaması olmadı.
Rusya’nın Sibirya’daki topraklarına ekonomik anlamda göz koyan Çin, Moskova’yı ekonomik ambargodan kurtarmak için adeta ‘ölüm’ öpücüğüne boğdu. Yılda 50 milyar metreküp taşıma kapasitesine sahip olacak olan Siberya Gücü 2 (SP2) adlı doğalgaz boru hattının inşası konusunda prensip anlaşmasının çerçevesi çizildi. Bu anlaşma, ABD ve NATO’da kapalı kapılar ardından sessiz kalan tepkilere neden oldu. ABD ve NATO, SP2 anlaşmasını Kuzey Akım’dan farklı bir şekilde değerlendirmiyor. Şi, bu anlaşmayı imzalar mı bilinmez. Buna karşılık, Şi’nin Rusya ile askeri anlaşma imzalamamış olması, Rusya’nın Ukrayna savaşına mühimmat açısından destek vereceğini açık bir şekilde dile getirmemesi sevindirici oldu. Ancak hem sivil hem askeri kullanımlı gereçler konusu hala gri bir alan ve akıllarda soru işaretleri var.
Pekin yönetimi son zamanlarda uluslararası diplomasi alanında beynelmilel boyutta muhatap konumuna gelmek için dikkat çekici adımlar atmadı değil. Suudi Arabistan ile İran arasında arabuluculuğa soyunan Çin’in, Rusya’nın Ukrayna savaşında da bu yönde bir eğilimi olabilir. Her ne kadar bu savaşta barış masası sürecine geçilmediyse de, Pekin’in 12 maddelik barış önerisi hala geçerliliğini koruyor ve orada bir yerde duruyor.
Rusya Çin’e teslim
New York Times gazetesinin yazarlarından Chris Buckley’in Şi’nin Moskova ziyaretine yönelik olarak dile getirmiş olduğu kaygıların aksine, Çin çevrelenme korkusu duymaktan çok, ABD’nin dünyadaki egemenliğinin sürmesinden kaygı duyuyor. Bu açıdan bakıldığı vakit, AB, Şi’nin uluslararası ihracatını, ticaret zincirindeki konumunu tehlikeye atabilecek bir hamleden kaçınacağını düşünüyor. Şi, AB, ABD ve G7 ülkelerinin Rusya’ya karşı uyguladıkları ambargo konusunda sergiledikleri iradenin artık sorgulanmayacak nitelikte olduğunu biliyor. Kuşkusuz AB ile ABD arasında Çin’e sergilenecek ekonomik tutum konusunda görüş farklılıkları yok değil. Ancak bu görüş farklılıkları zamanla gideriliyor.
Nitekim Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, önümüzdeki hafta Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’le yapacağı Çin ziyareti de hem Pekin’e ABD ile AB arasında Çin’e karşı tutum konusunda görüş ayrılığı olmadığını gösterecek, hem de Çin’in savaşta yanlış bir tutum sergilemesi halinde ‘Batı’nın çıkarlarını gölgeleyecek’ bir hamlesinin karşılıksız kalmayacağı mesajını verecek. Bununla birlikte, Transatlantik topluluğun Çin’le barışçıl bir şekilde ticareti sürdürme imkanı olduğunu da gösterecek.
Rusya’ya gelince, gerek AB’de, gerekse NATO’da Putin’in kendisini neredeyse tamamen Çin’e teslim ettiği görüşü hakim. Nitekim Şi’yi Kremlin’de karşılama şekli, tokalaşma yöntemi, Pekin yönetimine bağımlı ve muhtaç olduğunun bir göstergesi olarak yorumlanıyor. Putin’in Şi’yi Kremlin protokol kapısının kaldırımına kadar yolcu etmesi, Çin lideri arabasına binene kadar kaldırımda beklemesi muhtaçlığın ve acizliğin somut göstergesi olarak nitelendi.
Putin’i Pekin’e davet ederek Rus lidere parya muamelesi yapılmasının önüne geçmeyi hedefleyen Şi Cinping, Putin’in uluslararası sahnedeki kaderini biraz da eline almış durumda. Çin henüz Rusya’ya hırızmayı takmadı. Ancak Putin’in daha da muhtaç duruma düşmesi halinde Pekin yönetimi bu hamleden de çekinmeyecek sanki.
AB’den savaş ekonomisine geçiş ‘hazırlığı’
Başlık okunduğunda refah politikaları topluluğu olan Avrupa Birliği’ne (AB) ‘rahat mı battı’ sorusu gelebilir. Hatta ‘AB’de savaş ekonomisi nereden çıktı’ sorusu da meşru. Ancak bu konu bir müddetten beri konuşuluyor. Hatta konuyu ilk gündeme getiren Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron olmuştu. Halen Fransa’daki emeklilik reform yasasından dolayı başı dertte olan Macron, Haziran 2022’de yani Rusya’nın Ukrayna’da savaş başlatmasından tam 4 ay sonra AB ülkelerinin mühimmat gibi önde gelen savunma ihtiyaçlarını üretme konusundaki eksikliklere işaret ederek, ekonomik imkanların bir bölümünün savunma sanayine kaynak olarak aktarılmasını önermişti. Macron’un bu önerisi AB ülkeleri arasında tartışmalara neden olmuştu. Hatta NATO müttefikleri arasında da Macron, üye ülkelerin ‘rahatını bozan’ bir öneride bulunuyordu.
Jean Jaurès vakfı ekonomistlerinden Renaud Bellais, iki hafta önce yayınladığı bir bilgi notunda Fransa gibi NATO ülkelerinin hedeflerinin gayri safi milli hasılalarının %2’sini savunma harcamalarına ayırmak olduğunu, oysa 1942 yılında İkinci Dünya Savaşı’na katılan ABD’nin GSYH’sının %37’sini savunma sanayiine, federal gelirlerinin %90’ını da savaşa ayırdığını hatırlattı.
Almanya ‘güvenlik üretmeli’
Bu çerçevede Ukrayna savaşı gölgesinde bahsedilen savaş ekonomisinin boyutları İkinci Dünya Savaşı’nın ölçeğinde değil tabii. Nitekim, AB’nin Ekonomik ve Sosyal Konseyi’nin Ukrayna savaşının AB’ye ekonomik ve sosyal etkilerine yönelik raporu bu açıdan dikkat çekici. 24 Mart’ta Stefano Mallia, Oliver Röpke ve Séamus Boland tarafından kaleme alınan rapor, AB’nin savunma sanayii açısından stratejik otonomisine önem vermesi ve Ukrayna savaşından etkilenen AB ekonomilerinin de savunma sanayiini canlandırması gerektiğini savunuyor. Raporun 23, 25 ve 36. maddelerinde de savunma sanayinin yaratacağı istihdam ve stratejik otonominin AB’de barışı sürdürmek için önemli olduğuna dikkat çekilirken, maliyetin bütün üyeler tarafından üstlenilmesi gerektiğinin altını çiziliyor.
Bir başka deyişle Almanya’nın da artık sadece güvenlik tüketen bir ülke konumundan, güvenlik üreten bir ülke konumuna geçmesi gerektiği vurgulanıyor. Nitekim Cuma günü Vilnius Güvenlik Forumunda bir konuşma yapan Alman Hristiyan Demokrat parlamenter Roderich Kiesewetter de, Almanya’nın tüm NATO müttefikleri için güvenlik üreten bir ülke konumuna gelmesi gerektiğini, ancak Almanya’da bu konunun çok tartışmalı olduğunu ifade etti. AB, savaş ekonomisine bir dönüşüm gerçekleştiriyor.
Bu dönüşümün ölçütleri asla İkinci Dünya Savaşı’ndaki oranlarla bir tutulmamalı. Ancak daha düne kadar ABD’nin Avrupalı müttefiklerden GSYH’larının %2’sini savunmaya harcamalarını istemesine tepki gösteren AB ülkeleri, şimdilerde %2’lik hedefi az bile bulmaya başlıyorlar.