Hafta başında NATO ile Avrupa Birliği (AB) arasında önemli bir deklarasyon imzalandı. Diplomaside görüşme ve iş birliğini talep eden taraf ile imza törenlerinin nerede, hangi koşullarda gerçekleştiği her zaman önem teşkil eder. Bu çerçevede iş birliğini talep eden taraf AB oldu. ABD destekledi, Türkiye de engellemedi.
İmza töreni NATO’nun Brüksel’deki karargahında gerçekleştirildi. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, AB Konseyi Başkanı Charles Michel ile Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula Von der Leyen’i (VDL) ağırladı ve kameralar karşısında NATO ile AB arasındaki iş birliğini bir sonraki aşamaya taşımayı hedefleyen ortak bildiriyi imzaladılar. Yetmedi, ertesi gün Avrupa Komisyonu üyelerini bir araya getiren Collège toplantısına Stoltenberg’i davet eden VDL, kameralar karşısında ortak bir basın toplantısı düzenleyerek AB ile NATO arasında hangi alanlarda iş birliğini pekiştireceklerini açıkladı.
AB ile NATO arasında ortak bildiri veya deklarasyon yayınlanması yeni bir mesele değil. Eğer 24 Nisan 1999’da Washington’da düzenlenen NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi ile 13 Aralık 2002’de NATO-AB kurumsal iş birliğinin temelini atan NATO kararını esas alırsak, 10 Ocak 2023’de NATO karargahında imzalanan deklarasyonun en az 8. belge olması gerekiyor, kişisel arşivlerim yanıltmıyorsa. Bir önceki deklarasyonlar 2016 ve 2018 yılında imzalanmıştı. Her deklarasyonda NATO ile AB arasında iş birliğinin genişletilmesi gereken alanlar tespit ediliyor, AB de iş birliğini değerlendiren bir rapor kaleme alıp yayınlıyor.
Hafta başında imzalanan deklarasyonun zamanlaması önemli. Hatırlanacağı üzere 2013’ten bu yana AB, ‘Stratejik Otonomi’ kavramını geliştirmeye çalışıyor. Bu kavramı basitleştirecek olursak eğer, Brüksel’in AB’nin hasım bir jeopolitik ortamda özerk ve bağımsız bir şekilde hareket etme ve çıkarlarını koruma imkan ve yeteneğine sahip olması. O tarihten bu yana bu kavram şekilleniyor. İngiltere’nin AB’den ayrılması ve pandemi süreciyle birlikte AB’nin Stratejik Otonomi ‘söylemi’ arttı. Ancak Rusya-Ukrayna savaşı Avrupa-Atlantik çemberinin güvenliği için NATO’nun vazgeçilmez bir kurum olduğu gerçeğini yeniden ortaya koydu. Bu bağlamda kuşkusuz meşru soru şu: AB stratejik otonomi kavramından vaz mı geçti? AB’nin stratejik otonomisi ölü mü doğdu?
Güvenlik NATO’nun
Aslında AB içerisinde bu kavram konusunda yekpare bir görüş yok. Kuşkusuz Fransa’nın anlayışı ile Polonya, Estonya veya Almanya’nın atfettikleri tanım farklı. Rusya-Ukrayna savaşı AB’nin strateji otonomi konusundaki ‘hırsını’ gözden geçirmesine ve daha gerçekçi bir çerçeveye oturtmasına neden oldu. Transatlantik alanın askeri güvenliğinin NATO’ya ait olduğu biliniyordu, ancak bu bir kez daha teyit edilmiş oldu. Washington uzun süre AB’nin Avrupa kıtasının güvenliğini üstlenmesini talep etti. ABD’nin bu talebi daha çok ABD ile Avrupa arasındaki külfet paylaşımı isteğinden kaynaklanıyordu. Washington’un bu beklentisi bir türlü karşılık bulmadı. Nitekim Rusya-Ukrayna savaşında askeri ve ekonomik açıdan en çok katkıda bulunan ülke yine ABD oldu.
NATO’da ‘out of area’ olarak bilinen ve İttifak’ın kurucu anlaşması olan Washington Antlaşmasının 5’inci maddesinin kapsamına giren coğrafi alanın dışında yapılacak olan askeri müdahalelerde NATO yine öncü kurum olarak yer alacak. Peki AB’nin stratejik otonomisinden geriye ne kaldı? AB, NATO’nun dahil olmadığı veya uzmanlık alanına girmeyen, polisiye güç, insani yardım, barışı tesis etme gücü, ambargo denetimi gibi konularda hem NATO’ya katkıda bulunacak, hem de stratejik otonomisini ‘kanıtlayacak’. Siber saldırı, hibrid saldırı, istihbarat gibi alanlarda hem NATO’yla iş birliğinde bulunacak, hem de bu alanlarda sahip olduğu imkan ve yeteneklerini daha da geliştirecek.
Aslında 10 Ocak’ta imzalanan ortak deklarasyon ile AB ile NATO arasındaki iş birliğinin çerçevesi biraz daha pekişti. Kuşkusuz Beyaz Saray’a Trump gibi bir başkanın gelmesi halinde, AB de strateji otonomi kavramı konusunda yeniden hırslanmak mecburiyetinde kalabilir. Ancak öngörülür bir gelecekte, AB, heveslerini daha gerçekçi bir çerçeveye oturtup, NATO ile asla rekabet içerisine girmeyeceği teyit etmiş oldu. VDL, AB’nin stratejik otonomi kavramından vazgeçmediğini açıkladı. Ancak stratejik gerçeği de reddetmediğini gösterdi.
NATO Savunma Koleji’nde bir Tayvanlı subay
Aslında Tayvan’ın kuzeyinde bulunan Hsinchu hava üssünde düzenlenen basın gezisinde muhabirlere açıklamada bulunmasa, Tayvan Hava Kuvvetlerinde görevli Yarbay Wu Bong-Yeng’in NATO Savunma Kolejinde 6 aylık bir akademik programa katıldığı kimse tarafından bilinmeyecekti. Açıklamaları savunma ve güvenlik alanında geniş yankı uyandırmadı değil.
Zira merkezi İtalya’nın başkenti Roma’da bulunan NATO Savunma Koleji, sadece NATO’ya üye ülkelerin değil, partner ülkeler ile İttifak üyesi olmayan üçüncü ülkelerin subayları ile diplomatlarına, kah kurmay düzeyinde eğitim, kah akademik nitelikli eğitim sağlıyor. Wu Bong-Yeng de bu isimlerden. Tayvan Savunma Bakanlığı bunun bir ilk olmadığını hatırlatarak, yarbayın askeri bir eğitim için gitmediğini, sadece akademik bir çalışma gerçekleştirdiğini açıkladı. NATO’nun bir de Almanya’nın Oberammergau kentinde bir askeri okulu bulunuyor.
Tayvan’ın hava kuvvetlerinin envanterinde yer alan uçakların birçoğu Fransız Mirage ile Amerikan F-16’lardan oluşuyor. Bir başka deyişle, Tayvan zaten NATO’nun savunma doktrinine çok yakın bir ülke. Ukrayna’nın NATO’nun savunma doktrinini çok hızlı bir şekilde benimsediğini, Tayvan’ın da çok uzun yıllardan bu yana NATO’nun envanterinde yer alan silahlarla kendini koruduğunu unutmamak gerekiyor.
Wu Bong-Yeng’in açıklamaları aslında ABD’nin Çin’e siyasi, biraz da askeri bir mesajı. Washington’da ABD-Japonya 2+2 formatındaki görüşmelerin ardından basın mensuplarına açıklamada bulunan ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, Çin Halk Cumhuriyeti’nin an itibariyle Tayvan’ı ivedilikle işgal edeceğinin bir emaresi bulunmadığını, bölgedeki hareketliliğin Çin’in ‘normal’ provokasyonları olduğunu söyledi. Ayrıca Japonya’nın kıyı güvenliği konusunda ABD’nin bölgeye ek asker ve askeri imkan sevkiyatı gerçekleştireceğini açıkladı. Öte yandan ABD ile Fransa arasında Avustralya’nın Paris’ten sipariş ettiği denizaltıları iptal etmesinden doğan ‘kriz’ neredeyse sona erdi. Zira Fransa’nın önde gelen denizaltı tersanesi Naval Grup, Endonezya’dan Filipinler’e kadar, ABD’nin de ‘icazetiyle’ Avustralya’da kaybettiği pazar payını telafi edecek ölçüde tekliflerde bulunuyor. ABD de Fransa’ya engel olabilecek bir hamlede bulunmuyor gibi.